5 Ağustos 2010 Perşembe

Ağlamak ile gülmek arasında




Hızla değişen ama değişimin gelişim olmadığı bir ülkedeyseniz her anlamda mutsuz olacaksınız demektir...

Ne demek mi istedim?

Çok şey ama neresinden başlayacağımı pek bilemiyorum, garip bir şekilde gülmek ile ağlamak arasında bir yerdeyim...

İnsanların yaşamlarında önemli anlar vardır. Bu önemli anlar mutluluğu da içerebildiği gibi mutsuzluğu da içerebilir ve aklımızda kalan hangisidir?

Üniversite yıllarım bir çok anlamda güzeldi. 80 li yıllarda üniversite öğrencisi olmanın beraberinde getirdiği zorlukları düşünmeyecek olursak İzmir gibi bir yerde müzik üzerine eğitim almak herşeye rağmen o zamanın gençliğinden biraz daha farklı yapıyor bizleri.

İzmir benim için son derece önemli bir kent, öncelikle sadece üniversite değil ortaokul, lise dönemi de bu güzel kentte geçti.Şu andaki İzmir ile hiç bağdaşmayan özellikleri vardı. Öncelikle kolaylığı vardı bu kentin ve doğal olarak bu kolaylığı sayesinde son derece güzel geçen bir üniversite öğrenciliği de yaşanmadı değil...

Zaman zaman dersleri kırmak istediğimizde her öğrenci gibi, çok az bir parayla şehre ait güzel kıyıları dolaşabilme imkanın vardı.

En büyük sığınaklarımızdan bir de Foça idi.

En ilkel koşullarda yaptığımız yolculukların sonucunda buraya vardığımızda , hangi mevsim olursa olsun otöbüsten iner inmez meydanın ara sokaklarındaki basit ama son derece lezzetli tatların olduğu kahvaltı salonlarından birinde iştahla yapılan kahvaltıların keyfini hala hatırlıyorum.

Baraka sayılabilecek balıkçı sığınaklarında tutulmuş birbirinden lezzetli balıklarla birlikte denizin kenarında kafaları çektiğimiz anlarda unutulacak anlar değildir.

Özellikle denizindeki hırçın tavır kendimizi dalgalara bıraktığımızda ailelerimize özgü haddimizi bildiren soğuk sözler gibiydi ama acıtmazdı bizleri.

Deniziyle oyun oynayabileceğin kıyı şeridi hemen hemen yoktur bu yerin. Yüzmeyi bilmek zorundasın, hemen derinleşen sularıyla ,kayalarıyla, kestaneleriyle , su yüzeyinde durabilmen için kulaçlarının sağlam olması gerekir.

Meydanında sessizlik hakim sürerdi, oradan buradan yankılanan müzikleri duymazdınız. Doğanın müziğinden başka ses yoktu, baskın olan seste daima dalgaların sesi olurdu.

Ve doğal olarak her kaçışımızdan sonra evlerimize dönerken kendimizi her anlamda arınmış hisserdik ve önemli...

Neden mi önemli?

Biz müzik eğitimi alan gençlerdik ve yetenekliydik. Yanımıızda getirdiğimiz çalgılarla ve yok olabileceğini hiç düşünmediğimiz en doğal çalgımız seslerimizle kendi müziğimizi yaparken bir numaraydık kendimizce ve gelecek günlerde aldığımız bu eğitimin bu ülkede başa bela olan bir olgu olduğunu aklıma asla getiremezdim.

Evet, kesinlikle birine beddua etmek istiyorsanız kullanacağınız cümle bellidir;

"Müzik eğitimi alırsın inşallah ve bu ülkede yaşamak zorunda kalırsın...."

Okul yılları geride kaldıktan sonra da geldim Foça ya. Çok uzun süreli bir kalış olmadı açıkcası ve gözümden kaçan şeyler ne çokmuş bu yıl çok daha iyi anladım.

Bilirsiniz askeri bölgelerin kendilerine özgü bir korunaklılığı vardır. Daha yeşilliktir ve yapılaşmaya izin verilmediğinden sanki kurtarılmış bölgedir.

Burası da askeri bir bölge olduğundan bu yıl Foça da gördüklerimi göreceğimi hiç düşünmüyordum.

Üstelik yine bu bölge fokların Türkiyede yaşayabildiği tek alan olduğundan korunan bir bölgedir.

Bir aydan beri Foça da yaşıyor sayılabilirim ve bir ay daha burada yaşayacağımı bilmek son günlerde içimi daraltmaya başladı.

Türkiye deki anlamsız yapılaşma, anlamsız belediyecilik anlayışı , gittikçe değişen ve ilkelleşen insan davranışları buraya uğramadan yürümeyecektir.Bunu bilmeyen bir insan değilim ama yine de insan bazı yerlerin olduğu gibi kalmasını, beceremiyorsak bile çağa uygun özellikler taşımasını istiyor.

Bu ülkede şehir planlamacıları yokmuş gibi, mimarlar yokmuş gibi, rastgele yapılarla Foça çoğu özelliklerini kaybetmiş görünüyor.

Doğal olarak özellikle geceleri insanların dar bir alanda,kaldırımlara tek sıra halinde yerleştirilmiş lokantalardan sarkan insanların arasında seyir halinde yürüyüşlerini anlamakta zorlanıyorum.

Yine yan yana dizilmiş ne olduğunu çözemediğim yerlerden sarkan müziklerin birbirine karışmış tını ve sözlerinin eşliğinde ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalışıyorum.

Ve doğal olarak gülmekle ağlamak arasında gidip geliyorum.

Bu duygularla kalabalıktan olabildiğince uzak bir yer bulabilmek amacıyla yaptığım rastgele yürüyüş esnasında büyük deniz tarafında son derece farklı özellik taşıyan yerlerden birine oturuyorum ve ister istemez düşünmeye başlarken kendimi de sorguluyorum.

Ben huysuz bir insanmıyım?

Kendime sorduğum yanıtı vermeye çalışırken bir aydan beri neredeyse uzak kaldığım insanca bir davranışla bir genç gülümseyerek ne istediğimi soruyor...

Etrafıma bakıyorum , burada da insanlar var ama yapış yapışlık söz konusu değil...

Çok daha şirin bir dekor söz konusu etrafta. Masalar sandalyeler , masaları süsleyen basit ama çok kibar dekorlar, kullanılan renkler doğayla öylesine uyum içersindeki farkında olmadan bir huzur yayılıyor içinize.

Bu son derece sevimli ve kibar gence kahve istediğimi söylüyorum, bir çok kahve çeşidi olduğundan sıralıyor var olan kahveleri...

Bir tanesinde gülmeye başlıyorum.

"Babaanne kahvesi.."

Ne olduğunu soruyorum, ve yaşlıların sütün içine kahve koyup içmelerinden esinlenerek isimlendirdikleri sütlü kahve olduğunu öğreniyorum.

Çok basit ama öylesine içten ki ve aynı zamanda yaratıcı. Huysuz olmadığıma karar veriyorum çünkü gülümsüyorum....

Etrafta kimseyi rahatsız etmeyecek bir yükseklikte müzik yankılanıyor.

Frank Sinatra o son derece güzel yorumuyla Foça da yankılanıyor gün batarken...

Birbirinden güzel müzikler devam ederken ve Türk kahvemi yudumlarken neredeyse oturduğum sandalyeme mıhlanıyorum.

Çalan müzik Mozaik ten...

80 li yılların başında birbirinden değerli müzisyenlerin bir araya gelerek kurdukları muhteşem grup.Enstruman ağırlıklı rock ve jazz tarzını harmanlayan ve ne yazık ki daha sonra verdikleri bir kararla dağılan albümlerine Türkiye nin önemli müzisyenlerinin katkıda bulunduğu bana göre asla yeri doldurulamayacak bir grubu Foça da dinlemiş olmak öylesine mutlulukla dolduruyor ki içimi geçmiş yıllarda aldığım hazzı duyumsuyorum.

En çok sevdiğim şarkıları yankılanırken gözyaşlarımı tutamıyorum artık;

Sappho İle Konuşma

Ay söndü sonra yıldızlar

Gece yarılandı

Zaman geçiyor

Aşk yürüdü okşayarak kendini

Yıllarca yıllarca önceydi


Ay söndü sonra yıldızlar

Gece yarılandı

Sessizlik içindeydi gökler


Aşk yandı sonra yıldızlar

Zaman aralandı

Güller açıyor


O yürüdü söyleyerek kendini

Yıllarca yıllarca önceydi
Aşk yandı sonra yıldızlar

Zaman aralandı

Sessizlik içindeydi gökler


Evet belki tatildeyim, hiç bir şey düşünmeden denizin, güneşin keyfini çıkarmalıyım. Bu kış ta zorlu geçeceğe benzer çünkü ama olmuyor! çalınmış bir gençliğimiz var öncelikle.

Çalınmış hayatlarımızla birlikte umutlarımızı da aldılar bizden.

Hala ayakta durabilip yaşam adına mücadele ederken geçmiş anlar üzüntü vermeye devam edeceğe benzer bu ülkede...



sanem uçar

2 yorum:

  1. Bende çocukluğumun geçtiği Kars'a 20 yıl sonra tekrar gittiğimde hayal kırıklığına uğramıştım-sanırım eskimiş şeylerin belleğimizde olduğu gibi kalmasını istiyorsak kesinlikle yeniden görme/yaşama duygularından uzak durmamız gerekiyor.Babaanne kahvelerinin olduğu mekanların çoğalmasını dilemekten başka çare yok:)

    YanıtlaSil
  2. Sizi çok iyi anlıyorum diye söze başlarsam belki de büyük sözler sarfetmiş olurum..Öğrencilik yıllarınızı okuduğumda ister istemez yine gözlerimden rengarenk resimler geçti...Özenmemek imkansız.Böyle bir öğrencilik yaşamım olmadı ne yazık ki! Ama gittiğim birçok güzel mekanın ben de bu yıl değiştiğini net görebilenlerdenim.
    Çok nadir,kıyıda köşede bozulmadan özelliğini korumuş yerleri sizin de anlattığınız gibi görebiliyoruz ve şaşırıyoruz.Gelecek yıllarda umarım şuanki hayal kırıklığımızı unutturacak bir olumlu değişimle karşılaşırız..;)

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır