26 Ocak 2016 Salı

Yasta Gelin -6



Yağmur hiç hızını kesmeden devam ederken muhtar ve adam yola koyuldular. Garip bir sessizliği vardı muhtarın, soru sormazsam konuşmayacak diye içinden geçirirken sormaya karar verdi;

"Çolak Salih'miymiş ölen?"

Muhtar sadece başını "evet" anlamında sallayarak yanıtladı bu soruyu.

"Zor anlar geçirdiğiniz belli" diye konuşmasını sürdürecekken muhtar adamın sözünü keserek konuşmaya başladı.

"Ne zoru be beyim? Sonuçta kıyıya vurmuş bir adam. Ama bu adam çolak Salih olunca işler karışıyor. Onun gibi denizin ortasında dünyaya gelmiş, fırtınayı, dalgayı, tehlikeyi bilen biri , kıpırtısız bir denizden ölü olarak çıkıyor. Olacak iş değil!!!"

"Çolaktı diyorsunuz belki tutunmak isterken dengesini kaybetmiş olamaz mı?

"Hiç gülecek durumda değilim beyim ama siz bir kelimeden farklı anlamlar çıkarıyorsunuz. Söylenenler, ağızdan çıkanlar ne zaman gerçeği ortaya koymuştur ki? Çolak dediysek senin anladığın anlamında bir çolaklık değildi onun ki."

Ancak "anlamadım..." diyebildi adam.

"Anlayamazsın tabii. Kusura bakma ama sanki çok iyi biliyor gibi anında fikir belirtir bu şehirli adamlar. Bu çolak Salih gençliğe daha adımını yeni yeni attığı zamanlarda sıska, üflesen uçacak gibi duran biriydi. Köyün diğer delikanlıları zıpkın gibi gelişirken güdük kalmıştı garibim ama yüreğine sevdanın düşmesine engel değildi bu durumu.

Nurcan'ı deli gibi sevdi. Gölgesi gibiydi Nurcan'ın. Nurcan 'da kayıtsız değildi bu sevgiye. Ama gençlik bilirsin, her dönemde insanlar acımasız olur. Köyün diğer delikanlıları bu sevdayı ciddiye almayıp alay ettiler, tıfıl haline bakmadan seviyor diye alay ederek.

Uzun bir süre sessiz kaldı, ama alaylar o kadar çoğaldı ki bir gün köy meydanında kendisiyle alay edenleri bir bir yere çaldı. O tıfıl delikanlı önüne geleni pataklıyor bileklerinden tuttuğu gibi fırlatıyordu. Oy anam!, sesleri etrafta çınlarken birinin bileğini öyle tutmuştu ki, tam savuracakken köyün yaşlıları yalvar yakar durdurdu çolak Salih'i.

Bir daha dedi, bir daha benim adımı kimse ağzına almaya!

Köyün delikanlıları Hüsamettinin babası tarafından tedavi edildi. Hepsinin bilekleri çıkmıştı yerinden. Hüsamettinin babası olmasaydı bu köy yerinde hepsi sakat kalırdı. Bu sebeple Salih'e çolak Salih dendi . Sakat bırakır anlamında yani.

Sonra serpildi güzelleşti koç gibi bir delikanlı oldu ve Nurcan'la evlendi. Sevdaları hala devam ederken durgun bir denizde boğulmuş olarak kayalıklara vurmuş olmak sonu olmamalıydı."

Derin bir iç çekerek devam etti konuşmasına;

"Nurcan'ın çığlıkları gitmiyor kulaklarımdan. Bir gün önceden köyü birbirine kattı Nurcan; Salihim öldü Salihim öldü diyerek.

Garip bir şey dedi o çığlıklarının arasında benim de kafam oraya takıldı..."

"Ne dedi? " diye heyecanla sordu adam;

"
baktın;
görmedin
gördün;
sustun..."

"Neyi görmedim, ne zaman sustum anlayamıyorum...."

"İnsanın acı içindeyken söylediklerinden bir anlam çıkartmak yanlış olur muhtar bey" diye sözüne devam edecekti ki muhtar yine kesti adamın sözünü;

"Yok beyim, burada hiç bir laf öylesine söylenmez.Sözler burada anlamlıdır. Bazen hiç konuşmadan da sözler dökülür.  Yasta gelin iyi okuyucuydu, sessiz konuşmaların usta okuyucusu . Ondan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı zaten buralarda...

Neyse geldik beyim inmene yardım edeyim.."

Sessizce hiç bir şey söylemeden muhtarın kolundan tutup bahçenin merdivenlerinden çıkmasına yardım etmesini minnetle karşıladı adam.

"Bundan sonrasını hallederim muhtar çok teşekkürler..." derken muhtar bahçeye bakıyordu.

"Ya ne olmuş bu bahçeye? Her mevsim bereketliliğiyle nam salmış bahçeye ne olmuş beyim? "

Adam başını geriye çevirip  bahçeye  bakarken şaşkınlığını gizleyemeyecek bir durumda kekeleyerek konuşmaya başladı.

"Ben çıkarken bir kaç meyve dalından yere düşmüş, bir kaç çiçek solmuştu ama bu kadar yoğun değildi, sanki fırtına çıkıp bahçeyi tarumar etmiş, yağmur neden olmalı..."

"Yağmur mu? Yok ! bu sıralarda hiç bir şey anlayamıyorum beyim, bir gariplik var da adını koyamıyorum henüz. Neyse kal sağlıcakla. Bir şey ihtiyacın olursa ara, hemen gelemem belki Şu çolak Salih işini halletmek gerek. Jandarma şehre götürdü. Adli sonucu almadan kendime gelemeyecekmişim gibi geliyor. Neyse lafı uzattım , kal tekrardan sağlıcakla..."

Muhtar arabasına binip uzaklaşırken adam bahçenin tarumar olmuş halini düşünmeden edemiyordu. Ne olmuş olabilir ki diye kendi kendine sorarken unuttuğu ses tekrar yankılandı;

"Ah be oğul nasıl da cahilsin
acıtıyorsa acılar
kör bir hançer sızısıyla
ve susmuşsa dudaklar
akmıyorsa yaş gözlerden
sakın! oluşacak bu öfkeden"


25 Ocak 2016 Pazartesi

Yasta Gelin - 5



"Bir tane daha alabilirim " dedi adam.

Az kalsın;

"Bir de limon varsa çok iyi olur" diyecekti ki vaz geçti bu isteğinden. Bardağını alırken bile sanki dövecekmiş gibi hareket eden adama küfür gibi gelebilirdi bu istek. Gerip bir korku basmıştı tüm yüreğini, daha doğrusu bir umutsuzluk, hayal kırıklığı da denilebilirdi.

Her şeyi geride bırakıp yepyeni bir yaşama doğru yıllardır beklediği hamleyi yapmış olmasına rağmen, düştüğü yer istediği hayatı yaşamasına izin vermiyormuş gibi garip bir karşı duruş sergiliyordu. Oysa ne fedakarlıklara katlanmıştı bu günlere erişebilmek için. Kendi kendine kurduğu dünyada kimsenin kendisini anlamadığına ve anlamayacağına kanaat getirerek son bir hamleyle kalan ömrünü kendi başına yaşamayı hayal ederken daha ilk günlerden yine başkalarına muhtaç bir durumda anlamsız hikayeleri dinlemek canını sıkıyordu.

Tam bunları düşünürken ıslık gibi pencerenin minik çatlağından sızan  rüzgar;

Kimin daha fedakar
olduğunun bilinmediği
bir masalın tam ortasındayız

diye fısıldayarak irkilmesine sebep oldu...

Adamın bu irkilmesini gören Aysun hemşire;

"Sancınız varsa doktor gelene kadar bir ağrı kesici iğne yapayım isterseniz " dedi.

Ne cevap vereceğini bilememenin şaşkınlığında  cılız bir sesle; "Bilemiyorum " diye fısıldadı.

" Oooo sesiniz pek iyi çıkmıyor, acınızı söylemek istemiyorsunuz belki ama, serde erkeklik var, canınızın yandığı belli. Çayınızı bitirin sonra bir ağrı kesici yapayım. Belki de daha önce yapmalıydım, ama doktorun gelmesi gecikeceğe benziyor..." derken kapı hızla vuruluyordu.

"Bekir efendi çabuk şu kapıyı aç, donduk!"

"Hah! işte, şimdi her şey açıklığa kavuşur, geliyorum doktorum, geliyorum..." diyerek elindeki her şeyi bir kenara bırakarak kapıya yöneldi.

"Muhtarım siz de gelmişsiniz, hoş gelmişsiniz geçin hemen size sıcak çay getireyim"

Muhtar koca sesiyle "Ben böyle bir şey ne gördüm ne duydum, bu köyde doğdum büyüdüm ama böylesini görmedim" diye adeta haykırıyordu ki doktor sesini kesmesini istedi . Belli ki epeyce kötü şeyler yaşamışlardı.

İçeri girdiklerinde adamla göz göze gelen muhtar;

" Beyim ne işiniz var burada? " diye adama soru sorarken ,Aysun hemşire lafa girerek;

" Doktor bey, bu bey ayağını burkmuş, ben bandajladım, siz gelmeden bir şey yapmak istemedim ama sancısı var" dedi.

Doktor, yani tam da sırası der gibi bir edayla,

"Bandajı açın, bakarım " diyerek ve odasına yönlenirken tüm meraklı bakışların üzerinde olduğundan habersizdi.

Herkes iki adamın ağızlarından çıkacak açıklamayı bekliyordu ama her ikisi de doktorun odasında ağızlarını bıçak açmadan oturmayı tercih ettiler.

Ortalıkta kelimelerin olmadığı, sadece işlerini yapan insanların işlerinden çıkan seslerin mekanikliği yankılanıyordu. Bir süre sonra doktor yerinden kalkarak Aysun hemşireye seslendi;

"Aysun hemşire hastayı hazırlayın, geliyorum..."

Aysun hemşire adamın koluna girerek yürümesine yardım ederek muayene odasına kadar götürdü adamı.Titizlikle biraz önce sardığı bandajı açarak;

"Hasta hazır" diye seslendi doktora.

Doktor, hiç konuşmadan muayenesini yaparken;

"Kırık ya da çıkık gibi gözükmüyor. Emin olmak isterseniz şehre gidip bir rontgen çektirebilirsiniz. Ama sadece bir burkulma, bir ağrı kesici sizi daha iyi hissettirebilir " diyerek odadan çıktı.

Adam kendini gittikçe kötü hissetmeye başlamıştı. Beş kuruşluk bir değeri olmayan bir zavallı gibi hissediyordu kendini.

Aysun hemşire tüm sevecenliğiyle adama yaklaşarak, endişe etmemesini önemli bir şey olsa tavrı farklı olurdu diyerek iğneyi yaptıktan sonra aynı naziklik ve sevecenlikle bandajı tekrar yaptı ve "Geçmiş olsun " dedi.

Onca gri rengin arasında Güneş ışığındaydı Aysun hemşire ve farkında olmadan bu hiç kimseyi tanımadığı garip yerde kendini Aysun hemşireye yakın hissetti.

"İyiyim de, eve nasıl gideceğim, ilaç gerekecek mi? bu soruların yanıtını bilmeden buradan nasıl gidebilirim ki? " şeklinde bir şeyler gevelerken umutsuzca etrafına bakıyordu.

"Buradan size bir ağrı kesici verebiliriz de önemli olan o ayağın üstüne basmamanız, bunun için bir baston gerekli ama öyle fiyakalı baston yoktur buralarda. Bekir efendi ağaç dalından bir baston vari bir şey yapsın da en azından üstüne basmanızı engellesin" diyerek Bekir efendiyi çağırarak baston benzeri bir şey var mı diye sordu.

Bekir efendi hiç konuşmadan dışarı çıktı ve bir süre sonra çıkıntıları yontulmuş bir dal parçasıyla döndü ve "bu işe yarar mı?" diye sordu.

Aysun hemşire bir kahkaha atarak "Burada yarayacak" diye cevap verirken adam da kaderine razı olmuş bir biçimde hemşireyi onaylıyordu.

Şimdi sırada eve gitmek var diye düşünürken, doktorun kapısı açıldı ve muhtar yanlarına gelip, "eve giderken sizi de eve bırakayım" dedi.

Nasıl teşekkür edeceğini bilemeden mutlulukla dal parçasının yardımıyla yürümeye çalışırken içinden belki de olup biteni anlatır muhtar diye geçiriyordu.

6 Şubat 2014 Perşembe

Yasta Gelin-4



Neye ağladığını bilmeden sessizce ağlamasını sürdürdü adam. Canı hala yanıyordu ama yürüyebilirdi de. Ayağa kalkmaya çalışırken sendeler gibi oldu ve yavaşça ayağını taşa basarken nereye gideceğini düşündü bir an. Eve mi dönmeliydi yoksa aşağı da görünen köye mi?

Bir sağlık ocağına ayağını göstermek çok daha akıllıcaydı sonradan başına iş açmak niyetinde değildi.Bu sebeple topallaya topallaya köye doğru yöneldi.

Baktığın zaman burnunun dibindeymiş gibi görünen mesafeler bazen uzadıkça uzar. Köy yolu da adam için bitmez bir yola dönüşmüştü. Yağmur yağmaya devam ediyordu.Yağmurun ıslaklığının yanında  sıkıntı ve acının oluşturduğu terden sırılsıklam olmuş haldeyken devam edemeyeceğini düşündü ve muhtarı aramaya karar verdi. Bir türlü açılmıyordu lanet telefon. Hırsla telefonu fırlatıp açmak geçti içinden ama bunu bile yapamadı.Yaşamının hiç bir döneminde böylesine aciz hissetmemişti kendisini.

"Aslında hep buydun, sadece seni taşıdı çevrendeki insanlar" cümlesinin geldiği yöne döndü.

"Yine mi sen!" diye haykırdı adam ve sağa sola ayağının verdiği acıya rağmen anlamsız tekmeler savururken; "git! git diyorum sana " diye haykırmaya devam etti.

"Ben yolumdayım, ama yolunu bilmeyen sensin be oğul keşke sadece yolunu bilmemiş olsan bilmediğin o kadar çok şey var ki benden değil kendinden kork öncelikle "dedi yaşlı kadın

Tam o sırada çakan bir şimşekle hızını arttıran yağmurun deliler gibi yağmaya başlamasıyla her şeyi göze alarak koşmaya başladı. Nefes nefese köyün girişine vardığında köy kahvesinin levhasını gördüğünde oraya doğru yöneldi. Kahveye geldiği zaman hızla kapıyı vururken" Kimse yok mu ? " diye yalvarırcasına soruyordu.

"Kimse yok mu, açın kapıyı!"

Yorgunluktan bitmiş bir durumda kapının önüne yığılacak iken yoldan geçmekte olan bir kadın seslendi adama;

"Herkes kayalıklarda, kimseyi bulamazsın kahvede"

Büyük bir sevinçle kadına doğru yönelip;

"Ayağımı burktum, burada gidebileceğim bir doktor, hastane ne bileyim bir sağlık ocağı yok mu? " diye sordu.

"Hastane yoktur, ama az ilerde bir sağlık ocağı var, oraya git istersen "

"Hüsamettin' e git derim aslında da ama köyün tüm erkekleri kayalıkta şimdi" diye sözlerine devam etti kadın.

Adam kadının öğütlerini dinleyecek durumda değildi bir an önce sağlık ocağına gidip ayağına baktırmalı ama en önemlisi şu yağmurdan kurtulmalıydı. Son bir gayretle kadının  tarif ettiği yere doğru yöneldi.

"Bunları hak edecek ne yaptım" diye içinden geçirirken, yine o yaşlı kadının sesini duymamak için hiç bir şey düşünmemeye karar verdi. Düşündüğü andan itibaren o yaşlı kadın beliriveriyordu çünkü.Artık neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğu birbirine girmişti. "Düşünme, düşünme hiç bir şey düşünme " diye kendini telkin ederken köyün sağlık ocağının kapısının önünde olduğunu fark etti.

Kapıyı açıp içeri girdi.

"Buyrun " dedi ortalığı süpüren bir adam.

Kapıdan içeri sefil durumda bir adam girmişti ve tanımıyordu adam bu adamı. Bir zavallı olabileceği gibi, olmama olasılığını da hesaba katarak sesine bir ağırlık vererek konuşmaya devam etti,

"Buyrun, bir sorun mu var?"

"Sorun mu?" diye fısıldadı adam. "Ayağımı burktum ve uzun zamandır yağmur altında yürüyorum, bir doktor ya da hemşire yok mu?"

"Doktor kayalığa gitti ama hemşire burada , Aysun hemşire, Aysun hemşire!" diye  seslenirken karşı odadan balık etinde, koca memeli , dişlek, ama bütün bunlara rağmen kendini güzel hisseden dişi özellikleri baskın bir kadın giriverdi.

"Hastamız var Aysun hemşire " dedikten sonra etrafı süpürmeye devam etti adam.

"Geçmiş olsun beyefendi, çok kötü bir zamanda geldiniz, bugün kayalıklara vurmuş bir adamın cesedini almak için jandarmayla birlikte kayalıklara gitti doktor ama acınız var belli ve çok ıslanmışsınız, siz ayakkabınızı ve çorabınızı çıkarın en azından doktor gelene kadar bir bandaj yapayım, bu sizi rahatlatır" dedikten sonra yerleri süpüren adama seslendi;

"Bekir efendi hastamıza bir sıcak çay getirin"

Tüm yaşadıklarından sonra bu an öylesine güzel gelmişti ki adama hele ağzında çayın sıcaklığını hissettiği o an yeniden doğmuş bir insanın mutluluğundaydı. Teşekkür etti hemşireye.

"Gerçekten çok teşekkür ederim.İnanılmaz iyi geldi bu çay, gerçekten yeniden doğmuş gibi hissediyorum kendimi, doktoru sonsuza kadar bekleyebilirim."

"Sahi nedir bu kayalıklara vurmuş adam hikayesi? bunu az önce burayı tarif eden kadından da duydum"

Hemşire özenle adamın ayağına bandaj yaparken cevapladı  sorusunu;

" Bizde bilmiyoruz. Gerçekten son günlerde oldukça garip olaylar oluyor.Bu mevsimde böyle bir yağmur görülmemiş şimdiye kadar mesela. Üstelik denizde fırtına falan da yok ama iki günden beri çolak Salih'ten haber alamayan karısı köyü ayağa kaldırdı  dün. Salihim öldü Salihim öldü diye.

Delirmiş gibiydi bir türlü sakinleştiremedik ve bu sabah çocuklar kayalıklarda bir ceset gördüklerini haber vermişler muhtara ve muhtarda doktoru alıp jandarmayla kayalıklara gitti.

Köy yeri burası haber çabuk ulaşır ve köyün tüm adamları şimdi kayalıklarda".

"Peki ceset çolak Salih'inmiymiş?" diye sordu adam.

"Onu henüz bilmiyoruz, doktor gelince anlarız ama gerçekten çolak Salihse karısının ne yapabileceğini aklıma bile getirmek istemiyorum."

"Ama gerçekten garip, çolak dediğime bakma , bu yörenin en iyi denizcisidir, ne fırtınalar atlatmıştır bu yağmura teslim olacak biri değildir"

"Bir çay daha alır mısınız?" diye sordu ortalığı süpüren adam ve sert bir şekilde ve adamın cevabını beklemeden bardağını alırken konuşmasına devam ettı;

"Garip değil, bir uğursuzluk çöktü bu köye, hepsi bu"




29 Aralık 2013 Pazar

Yasta Gelin-3



"Aman neyse!" diyemeyiz bazen.

Bir söz, bir renk, bir ses, bir hareket, işte her hangi bir şey  gelip oturuverir yüreğinize. Garip bir sıkıntıdır  bu. Anlat deseler anlatamazsın, ağzından çıkacak ilk sözcükle çaresizliğin pençesine kolaylıkla düşebileceğini bildiğinden sıyrılmaya çalışırsın. Bu çabalar esnasından ne yaptığını bilmeden aklında olmayan bir işi yaparken bulursun kendini.

Ne kadar zamandır buzdolabının karşısındaydı ve neydi isteği hatırlamıyordu. Yine de açtı buzdolabının kapağını ve  içindekilere uzun uzun baktıktan sonra yavaşça kapadı. Her şey son derece anlamsız gelmeye başlamıştı. Kendi isteği olduğuna inandığı bu yeni yaşamında bir yabancı gibi hissediyordu kendisini. Neredeyse "yanlış mı yaptım acaba? " diye düşünmek üzereyken kovdu düşüncelerini. Her şey gayet normaldi. Pat diye birden bire adapte olamazdı her şeye. "Zamanla" dedi kendi kendine "zamanla herşey çok daha iyi olacak..."

Her şeyin zamanla iyi olacağına kendini inandırmaya çalışsa da içinde bir yerde o sıkıntı hala duruyordu. Pencereden inatla yağmaya devam eden yağmuru izlerken köye inmeye karar verdi. Sandalyeye özenle astığı giysilerini giymeye çalışırken gördüğü rüyayı düşünmeye başladı. Rüyaları derin bilinç altının saçmalıkları olarak tanımladığı günleri anımsadı birden bire. Ama yine de farkında olmadan bunların altından bir anlam çıkartmak gibi bir eylemi yapmak üzere olduğunu fark ettiğinde durdurdu kendini.

"Alt tarafı bir rüya işte..."

Yağmur yağmaya devam ediyordu, şemsiye alıp almama konusunda kararsızdı ama son kez diliyle dişlerini bir kez daha yoklamayı ihmal etmedi. Banyoya girip özenle dişlerini fırçadı. Kendine son bir çeki düzeni verdikten sonra dışarıya çıktı. Etrafta mis gibi bir toprak kokusu vardı ama bahçedeki çiçekler sanki boyunlarını bükmüş gibiydi . Ağaçlardan  yere düşmüş meyveleri de görünce sanki birinin bahçeye girip bahçeye zarar vermiş olabileceği düşüncesi bir anda irkilmesine sebep oldu ve tam o anda o sesi duydu. Eşyaları taşırken beline saplanan ağrıyla kıvrandığında duyduğu yaşlı kadının sesiydi;

"Yağan yağmur değil, gözyaşları görüyormusun?"

Korkuyla sesin geldiği tarafa döndü, ses yankılanmaya devam ediyordu;

"Gözyaşları toprağa düşer, toprak o gözyaşlarını sevgiyle kucaklar"

"Kimsin sen?" diye korkuyla haykırdı adam, ama yaşlı kadın onu hiç dinlemeden konuşmasına devam ediyordu;

"Toprak hep anlamıştır insanı da, insanı anlamayan sadece insandır bilirmisin? "

"Kimsin sen? " diye haykırmaya devam etti adam.

"Başka soru bilmezmisin be sen oğul,
kimsin sen, kimsin sen?...
Önce kendine sor bu soruyu
Ama bu soruyu kendine sorabilmek  yürek ister"

Adam ne yapacağını bilmez bir şekilde korkuyla bahçenin duvarına yanaşmışken; "Benden ne istiyorsun ? " diye haykırdı

"Sen bir şey istenebilecek birisi değilsin ki " diye yanıt verdi yaşlı kadın.

"İnsanların yaşayabilmesi için anılara ihitiyacı vardır, kirletilmiş anılarla dolu geçmişinle kime ne verebilirsin ki?" diye devam etti sözlerine...

"Sadece merak ediyorum, kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin?"

"Kimsin sen ve ne istiyorsun benden?" diye haykırdı bir kez daha  adam.

"Ben senin yaptıklarını gören gözüm...
Ben senin düşüncelerini okuyabilen ruhum...
Ben senin iç sesini duyan kulağım...
Ben sen  nereye gidersen git kaçamayacağın bir bedenim."

Son bir gayretle dayandığı duvardan kendini kurtarıp bahçe kapısının kapısını açıp hızla köye doğru koşmaya başladı adam. Koşarken ara sıra arkasına bakıyordu ama kimse yoktu arkasında. Kendi nefesinden başka bir ses te yoktu ve hızla çarpan kalp atışları...

Koşmaktan yorulmuştu ve kalbi dışarıya çıkacakmış gibi atıyordu, biraz soluklanmalıydı ama durmaktan korkuyordu. Yağan yağmurun etkisiyle kayganlaşmış taş yolda ayağı kayıp yere yuvarlandı. Zorlukla düştüğü yerden toparlanmaya çalışırken ayağını burktuğunu ve üstüne basamadığını fark ettiğinde çıkardığı sese kendisi de hayret etti.

Ağlamak ve gülmek arasında bir sesti çıkan ses ama çok çabuk haykırışa dönüşürken böğürürcesine ağlıyordu.