13 Ağustos 2010 Cuma

Virginia Woolf



Bir müzik eğitimcisine müzikteki en önemli olgu nedir diye soracak olursanız alınacak cevaplar çok fazla çeşitlilik göstermez.

Müzik; ritim, armoni ve melodiden oluşur. Kuşkusuz müziğinde evrendeki hemen herşeyin de en önemli unsurlarından biri ritimdir.

Çevrenize bakın ritimsel olmayan bir şey göremeyeceksiniz.

Evrendeki her şey ritimseldir. Gece gündüzün oluşu, mevsimler hepsi belli bir ritmi takip eden olgulardır.

Rüzgar oturduğum yere yasemin kokularını getirirken bunları düşünüyordum ve ister istemez yıllarca önce ilk kez okuduğumda büyük bir vurgun yemiş gibi hissettiğim Virginia Woolf un dalgalar romanını anımsadım.

Bir kaç kez daha okuyacaktım sonraları. Her okuyuşumda bir öncekinden farklı tatları yakalayacaktım.

Bence muhteşem bir roman.

Ona roman mı demeliyiz?

Öylesine farklı bi kurgusu var ki, 1931 de yayımlanan yazmak için tam üç yıl emek veren Virginia Woolf gerçekten o zamana kadar yapılmamış bir şeyi deniyordu.

Düz yazı gibi olsa da içinde şiirler de önemliydi. Üçü erkek üçü kadın kahramanların çocukluktan başlayan yaşamları ritimsel özelliklerle yaşlılığa taşınırken bir olay örgüsü içinde değildi aktarılanlar.

Alışılmış gerçekçi roman yapısının tamamiyle dışında bilinç akışı tekniğiyle yazılan en önemli romanlardan biridir.

İşte bu sebeple ilk okuyuşumla daha sonraki okuyuşlarım arasında göremediğim, gözünden kaçanları yakalayabilme olanağı bulurken yaşamın gerçeği olan ritimsel döngüye ister istemez uyduğumu fark ediyordum.

Virginia Woolf benim için en önemli yazarlardan bir tanesidir.

Dalgalar romanına dönmeden biraz bu kadın yazar hakkında bilgi vermek istiyorum.



Aristokrat bir ailenin çocuğu olarak 1882 yılında Londra da dünyaya geldi. Babası Sir Leslie Stephen Victoria devri döneminin tanınmış yazarlarındandı. Annesi Julia Duckworth ,Virginia Woolf onüç yaşındayken ölmüştür.

Edebiyatçıların eserlerini incelediğimizde tüm eserlerinde olmasa bile eserlerinin büyük bir kısmında kendi yaşantılarından örnekleri kurguladıklarına inanmışımdır.

Virginia Woolf un da eserlerine baktığımız zaman onun yaşantısından kesitleri bulabilmemiz söz konusudur. Edebiyat dünyasında çok önemli bir yere sahip bu kadın edebiyatçının yaşamı da bir hayli ilginç olduğundan yaşamındaki olayların onun edebi kişiliği hakkında bilgi verdiğini düşünmüşümdür.

Victoria dönemi İngiltere için bir hayli ilginç dönemlerden biridir. Kadınların ikinci planda olduğu ve erkeklerini mutlu etmek üzerine kurgulanmış yaşamlarında Virginia Woolf da bu dönemin özelliği gereği okula gönderilmemiş babasının yardımıyla kendi kendini geliştirmiş yazarlardandır.

Babasının çok zengin kütüphanesi Virginia Woolf un yazar olma tutkusunu ateşleyen en önemli etkenlerden bir tanesidir.Yazar olmaya karar verdiğinde 1895 te kısa hikayelerini bir gazete de yayımlatmayı başarmıştır.O dönem yazılarında karşı olduğu Victoria tarzı yaşama karşı duruşu görebilmek mümkündür.

Babasının ölümüyle birlikte Bloomsbury Grubu adı verilen o dönem önemli edebiyatçıları içinde barındıran guruba dahil olarak o dönem için oldukça özgürlükçü bir düşünce yapısıyla kendine özgü duruşunu geliştirir.

Bu gurubun büyük bir çoğunluğunun eşcinsel veya biseksüel olması Virginia Woolf un da bu anlamda bilinen bir yazar olmasını doğurmuştur. Aynı zamanda çocukluk yıllarına ait yaşamış olduğu üvey kardeşleri tarafından cinsel tacize uğramış olması ve bu konu da uzun yıllar sesini çıkaramamış olması onun cinsel seçiminde etken olabilir.

Çocukluğuna ait bu olumsuz anıları romanlarında kahramanlarının duygu ve düşünceleriyle ortaya koymaktan hiç çekinmez.

1912 yılında Leonard Woolf ile evliliği bir çok anlamda Virginia Woolf un hayatındaki denge unsurlarından biridir.Evlilikleri cinsel açıdan pek yeterli olmasa da eşinin Woolf için bir basımevi kurması işini bir hayli kolaylaştırmıştır.

Eserlerine göz attığımızda başlıca eserleri şunlardır;

Dışa Yolculuk (1915)
Gece ve Gündüz (1919)
Jacob'un Odası (1922)
Mrs. Dalloway (1925)
Deniz Feneri (1927)
Orlando: Bir Yaşamöyküsü (1928)
Kendine Ait Bir Oda (1929)
Dalgalar (1931)
Londra Manzaraları (1931)
Flush, Bir Köpeğin Romanı (1933)
Yıllar (1937)
Üç Gine (1938)
Perde Arası (1941)
Virginia Woolf'un Günlükleri
Pazartesi ya da Salı

Onun eserlerinden bazılarını Feminist hareketin başucu kitapları olarak kabul edilebilir. "Kendine Ait Bir oda " bunların başında gelir. Aynı zamanda bu eseri için en kolay okunabilen kitaplarınından biridir demekte söz konusudur. Konu açısından çok somut bir konuyu ele almış olması bu eseri en fazla okunan kitapları arasına sokmuştur.

Genel anlamda erkek egemen sanat anlayışında nicel olarak kadınların çok fazla yer almamış olması ve kadınlar arasından Shakespeare gibi bir dehanın çıkmamış olması bu anlamda kadınların erkekler kadar yetenekli olmamaları sonucuna götürmüştür insanları.

İşte Woolf bu anlamsız yaklaşıma cevap niteliğindedir yazmış olduğu kitap.Ve der ki;

“Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..”

Aslına bakacak olursanız anne ve babası sayesinde sahip olduğu avantajlar Virginia Woolf un yaşama daha başlangıç aşamasında ayrıcalıklı olarak adım atmasını sağlamıştır. Yani onun her zaman "Kendisine ait bir odası" vardı.

Kendisine ait bir odası olan bu kadın herşeye rağmen ailesinde de sıklıkla görülen ruh sağlığına yönelik hastalıklar nedeniyle oldukça zor günler de yaşadı.

Yaşamınında bir kaç kez intiharı denemiş olan yazarın 28 mart 1941 yılında evlerinin yakınlarındaki Ouse nehrine ceplerine doldurduğu taşlarla atlaması ölümüyle son bulacaktı.

Akıl sağlığının yerinde olmadığı zamanlarda dahi yaşadıkları yada başına gelmiş herşey tarafından en ince ayrıntısına kadar incelendi ve deneyimleri yazılara aktarıldı.

İngiliz edebiyatının olduğu kadar Dünya edebiyatı içinde en önemli yazarlardan biridir.

Benim için tüm kitapları önemli olup "Dalgalar " adlı eseri en üst sıralardadır.

Bu sebeple bu yazıyı "Dalgalar" ile bitirmek isterim.



Güneş daha doğmamıştı

Dalgalar kıyıda parçalandı


Güneş; yükselmiş olan, sudan yapılma değerli taşlar arasından kesik kesik bakış fırlatarak yeşil şiltede gizlenmeyi artık bir yana bırakmış olan güneş, yüzünü açtı, dümdüz baktı dalgalar üzerinden...

Aşağıda dalgalar, titreşen maviden düzensiz fırlatılan ateş tüylü kargılarla delik deşikti...Dalgalar topladı kendilerini, sırtlarını kıvırdı, dağıldı


Kıyıya sokuldukça dalgaların ışığı çekilip alındı

Bahçede tam ağarırken bir o ağaçta, bir bu çalıda darmadağınık, düzensiz aralıklarla ötüşen kuşlar, şimdi bir ağızdan şakımaya başladı, ince, keskin; şimdi artık, arkadaşlığı biliyorlarmış gibi hep birlikte; şimdiyse uçuk mavi gökyüzü içinmişçesine tek başlarına. Kara kedi çalıların arasında kımıldadığında, aşçı külleri kül yığınına savurup onları ürküttüğünde, hepsi bir tek uçuşla yönlerini değiştirdiler


Yüzüm yok benim


Ben kimim? Bernard’dan, Neville’den, Jinny’den, Susan’dan, Rhoda’dan ve Louis’den söz edip durdum. Ben onların hepsi miyim? Bir tek ve ayrı mıyım? Bilmiyorum...


Ben bir tek kişi değilim; bir sürü kişiyim


Çekip çıkarsam kendimi bu sulardan. Ama onlar üzerime yığılıyorlar; kocaman omuzları arasında sürüklüyorlar beni; tepetaklak oldum; düştüm; serildim bu uzun ışıkların arasına, bu uzun dalgaların...


Süpüren ve kayaların en son kıyılarını aklıkla dolduran köpüğüm ben...


sanem uçar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır