Daha önce okuduğunuz bir romanı bir kez daha okur musunuz bilmiyorum ama öyle eserler var ki bir kaç kez okusanız bile aynı tadı belki de daha farklı tatları size hatırlatacaktır. George Orwel bu edebiyatçılardan biri. Onun eserlerini bir kez okumak yeterli değildir. Yaşadığınız dönem içerisinde bir kaç kez okumanızda yarar bile vardır.
Hayvan Çiftliği ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanı bunların arasındadır.
George Orwel yaşadığı dönemde de günümüzde de,- bana göre gelecek günlerde de- en fazla tartışılan isimlerden biri.1903 yılında Hindistan'ın Bengal eyaletinin Montihari kentinde dünyaya gelen edebiyatçı, ailesiyle birlikte İngiltere'ye döndükten sonra eğitimini Eton College'de tamamlamıştır.Gerçek adı Eric Arthur olan edebiyatçı 1922-1927 yılları arasında Hindistan İmparatorluk Polisi olarak görev yaptığı sırada İmparatorluk yönetiminin iç yüzünü görmesi sebebiyle durumundan dolayı hissettiği sıkıntı nedeniye görevinden istifa etmiş ve yazarlığa adım atmıştır.
Yazarlığı özellikle yaşadıklarından ve gördüklerinden dolayı yönetime eleştirel bir bakış açısıyla dile getirdiği düşüncelerle örülüdür. Bu anlamdaki ilk eseri Bir Fili Vurmak adlı kitabı 1950 yılında yayımlanmıştır. Bu eser sömürge memurlarının davranışlarını eleştiren makalelerden oluşmuştur.
İkinci dünya savaşının sonlarına doğru yazdığı Hayvan Çiftliği ise bu savaş sonrası ortaya çıkan komünist rejimi özellikle Stalin dönemini eleştiren bir çeşit taşlamadır.
Kendisini tüm dünyaya tanıdan kitabı ise bilim kurgu şeklinde yazdığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanıdır.Bunların dışında eserlerine kısaca göz atacak olursak;
Paris ve Londra'da Beş Parasız (1933)
Burma Günleri (1934)
Papazın Kızı (1935)
Zambak Solmasın (1936)
Wigan İskelesi Yolu (1937)
Katalonya'ya Selam (1938)
Daralma (1939)
Hayvan Çiftliği (1945)
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1949)
Adlı eserleri edebiyat dünyasına kazandıran sanatçı 1950 yılında aramızdan ayrılmıştır.
Bugün neredeyse 40. basımları yapılacak olan bazı kitapları, Hayvan Çiftliği ya da Bin Dokuz Yüz Seksen Dört yazıldıktan sonra kolay kolay yayımlanmayacaktı.İkinci Dünya Savaşının sonlarında dünya yeni bir düzene geçerken ortaya çıkan rejim de yaşananlar ve uygulamalardaki bazı aksamalar özellikle tutucu çevrelerce kolaylıkla kullanılabileceği endişesiyle bu eserlerini yayımlamak istemeyen yayınevleri ikiye bölünmüş durumdaydı.
Örneğin Hayvan Çiftliği uzun yıllar Amerika'da liselerde zorunlu olarak okutulan kitapların başında yer alır. Komünist rejime karşı olanların romanda anlatılan olayların kurgusuyla Komünizme eleştirisi şeklinde ele alınmasıyla bir süre sonra özellikle sağ kesim tarafından övgüye değer bir kitap haline gelmişken, sol kesim tarafından da haksız bir eleştiri olarak ele alınmıştır.
O dönemin nesnel koşullarında her iki taraf arasında kabul ya da tam tersi bir ret ediş yaşanılırken günümüz koşullarında kitabı bir kez daha değerlendirdiğimiz de bu anlamda bir eleştirel yaklaşım olmasına rağmen kitabın kurgusuyla birlikte dağıtılan rollerle son derece gerçekçi bir bakış açısının da var olduğunu inkar edemeyiz.
İnsanların zulumleri, ve kendi çıkarlarınını düşünmesi sonucunda bir çitflikte yaşayan hayvanlar bir araya gelerek bir baş kaldırıya sebep olup eşitlik adına mücadele etmek için büyük bir savaş verirken, insanlığın tarihsel geçmişleri de bazen komik bazen trajik bir şekilde bizlere sunulur.
Kendilerini sömüren insanlara karşı gayet güzel bir şekilde organize olarak insanların ellerinden yönetimi alan hayvanlar, kendilerine başkan olarak seçtikleri domuzların önderliğinde istedikleri yönetimi elde ederler ama, iktidar düşkünlüğü daha önce yaşadıkları günlerden çok daha baskıcı ve acımasız bir döneme girdiklerinde yaşadıkları son derece gerçekçi bir gözle ortaya konur.
Açıkcası ben, ilk yayınlanması esnasında dünyanın gündeminde olanlarla ilişkilendirmekle beraber, o dönem yaşanılanlara salt bir eleştiri gibi ele alamıyorum.
Hangi yönetim olursa olsun, toplum düzenini doğru amaçlardan saptırdığımız anda işin içine sokulan egolarla yerle bir edebileceğimizin en ilginç yöntemle anlatıldığı bir kitaptır diyeceğim.
Hayvan Çiftliğinde özellikle romanın sonu bence inanılmaz güzel bir düşünceyle bitirilmiştir.
Yönetim el değiştirip hayvanların eline geçtiğinde eski efendileri olan insanlarla birlikte düzenlenen şölen sofrasında dışarda kalan hayvanlar içiride olup biteni anlamak için yüzlerini camlara dayadıklarında domuzların yüzlerinde bir tuhaflık sezerler.
"İçeride on ikisi de öfkeyle bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu. Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyor, ama birbirlerinden ayırt edemiyorlardı"
Günümüz koşullarında kitabı bir kez daha okuduğumuzda romanın kahramanları gibi kendi yazgısını elinde tutamayan, kendini yönetenleri sorgulamayı aklından bile geçirmeyen kişilerin sonlarının araba beygiri Boxer gibi olacağı mutlaktır
Evet, eğer özgürlüklerimizi savunamazsak özgürlüğün aynı zamanda son derece kırılgan da olabileceğini unutup elimizden kayıp gitmesine kendi ellerimizle izin vereceğimizi bir kez daha unutmamalıyız.
Bu ve buna benzer bir çok sebeple bu romanı son derece gerçekçi özellikleriyle zamanında yaşanmış anlamsız tartışmaların ötesinde bir kez daha okumak gerekir diye düşünüyorum.
Efsane bir kitap. Yeni okuyup inceleme fırsatı buldum.
YanıtlaSil