Bazı şairler şansızdır... Ya da bana şansız gibi gözükür.
Okunurlar, hayranları da vardır aslında, ama bir şeyler eksiktir.
Kimseyi taklit etmezler aslında, kendi dillerini oluşturmuşlardır ama yine de hak ettikleri yerlerde değillerdir sanki...
Oysa öylesine güzel kullanırlar ki imgeleri tıpkı diğerleri gibi....
İnsana ait tüm duyguların naif bir biçimde işlenişini görürsünüz dizelerinde ama yine de diğerlerinin olduğu yerde değillerdir.
Yine insana ait insanoğlunun ilgisini çekecek hassas konularda sayısız dizeleri vardır ama dillerde pek dolaşmaz diğerlerininki gibi...
Dedim ya şansızdırlar diye.
Bunlardan bir tanesi Ahmet Telli....
Şiirlerinde gerçeklikle duygusallık iç içedir. Hangisinin daha baskın olduğunu tam kestiremezsiniz. Öylesine güzel kullanır ki betimlemeleri, artık bazı kelimeler ona ait olmuştur.
Bir karanfilde onu hatırlarsınız, bir meşe ağacı aklınıza getiriverir beyninizin kıvrımlarında saklanmış dizileri...
Okurken "Su da çürür mü" dersin?....
Ama bilirsin ki çürür ve arkasından "Su Çürüdü" şiirinin her dizesi asla aklından çıkmayacak görüntülerin gölgesinde tüm gerçekliğiyle karşındayken farklı bir yere koyduğun bir şair olmuştur artık..
Su Çürüdü / Ahmet Telli
1
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yok ettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
2
Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Şaklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık.
Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
3
Iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam.
Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
4
Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sıcaklığını duymamış. Ellerim...Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara...
Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. Irinin bir rengi...Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
5
Kıllı, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum.
"Insana benziyorlardi" diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
6
Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
5
Kıllı, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum.
"Insana benziyorlardi" diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
6
Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Çamur gibi bir yağmur damlası...Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. Ince bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
7
Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. ( Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.)
Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye...Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna.
Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...
Adımdan gayrısını bilmiyorum?
Su çürüdü...
Adımdan gayrısını bilmiyorum?
yıllar içinde hakettiği yere oturacaktır bence
YanıtlaSilsözcüklerin kendi sihirleri vardır bazen 100 yıl bekleyip öyle etkilerler ortamı..
bende beğendiğim 2 dörtlüğünü yazayım buraya:
"pervazsız bir avcı gibi bazen
bütün yolları tutabilir şiir
o zaman onun menziline
sevdayı kuşanarak girilebilir..."
...
"şiirin ve aşkın ırmağı
vaktinde akıtılırsa umuda
ve onlarla sulanırsa eğer
mutlaka çiçeklenecektir hayat..."