11 Nisan 2011 Pazartesi

Avignon Sanat Festivali



Sanat dalları arasında hangisi olursa olsun eserlerin bir şekilde yarıştırılmasına karşı olmakla birlikte eserlerin festival kapsamında sergilenmesine sıcak bakan biriyim. Hem ülkemizde hem de dünyada bu anlamda sanat festivallerinin çokluğu, sanatçıların birbirini tanımaları, bilgi alışverişi gibi konularda çok önemli bir yer tutuyor.

Festival denilince de aklıma ilk gelen şehir Avignon oluyor. Açıkçası bu şehirde hemen hemen her ay bir festivale denk gelmeniz olasıdır. Ama temmuz ayında yapılan sanat festivali birçok açıdan mükemmel bir festivaldir. Ağırlıklı olarak tiyatroyu içinde barındırsa da diğer sanat dallarının da festival kapsamında ele alındığı çok güzel bir festivaldir.

Öncelikle Avignon muhteşem mimari yapısı ve tarihi geçmişiyle görülmesi gereken şehirlerden biridir. Bir dönem Hıristiyanlığın başkenti olmuş gotik tarzda eserleriyle ünlü bir kültür şehridir. Geleneklerine oldukça bağlı bir ulusun geleneklerini korumak adına en yoğun çaba sarf ettiği şehirlerden biri aynı zamanda.

2000 yılında "Avrupa Kültürel Kenti" seçilmiş bu şehirde arkadaşlarımızla birlikte bizde festival kapsamında davetliydik.

Müzik tarihi içersinde Barok Öncesi dönem her zaman ilgi alanıma girdiğinden Avignon'da bulunmak birçok açıdan benim için önemliydi. Yeni Sanat diye adlandırdığımız dönemin birçok bestecisi olmasına rağmen iki Fransız besteci çok önemlidir.

Bunlardan biri;

Philippe de Vitry (1291-1361 )

Ve

Guillaume de Machaut (1300-1377 ) dır.

Henüz Rönesans kendini göstermeden önce bu müzisyenler yaptıkları bestelerle Rönesans in kapısını aralayan sanatçılardır. Din egemen müziklerden arınarak din dışı konularda müzikler yapabilmek o dönemin nesnel koşulları düşünülecek olursa oldukça zordur. Ama bu besteciler sayısız din dışı eserler yaratarak hemen hemen bir ilke imza atmışlardır.

Özellikle Philippe de Vitry in gülmecesi olan "Fauvel " Kral 4. ve 5. Philippe'in yaşamlarını ve Avignon'daki yüce Papa Sarayının çöküşünü anlatır.

Ve ben bu şehirdeydim, çok güzel bir duygu.



Bu festival 1947 yılından beri yapılmakta. En güzel taraflarında biri de; gösterinin büyük bir kısmının açık hava alanlarında ve sokaklarda yapılmasıdır. Temmuz ayı içersinde buraya yolunuz düşerse hemen her yerde sanatçıların gösterilerine tanık olursunuz.

Fransa ile ilgili çok iyi duygular beslediğimi söyleyemem. Tamamıyla kişisel bir düşünce gibi olmakla birlikte özellikle Fransızların kendi dillerinden başka bir dili bilmelerine rağmen kullanmayışlarındaki inadı bir türlü anlayamamışımdır. Bu sebeple Fransa'da başıma gelenler birçok anlamda trajik komik anılar Fransa ile ilgili düşüncelerimi olumsuz olarak etkilemekte.

Avignon' da ise davetli olarak geldiğimizden en azından bizimle İngilizce konuşan bir görevli vardı ve bize sabah şu saatte Palais des Papes- Papalık Sarayın' da hazır olmamızı söyledi.

Bizim için hazırlanmış otelde yerleşme işini bitirdikten sonra dünyanın dört bir tarafından gelen sanatçılarla ortak havayı solumak gerçekten güzeldi. Prova yapabilmemiz için hazırlanan mekânda çalışmamızı yaptıktan sonra odalarımıza çekilerek dinlenmeye koyulduk. Yorgunduk ve sabah belirtilen saatte hazır olmak için erkenden uyuyanların başında da ben geliyordum.

Ertesi sabah bize söylenen yerdeydik ancak bizden başka kimse yoktu. Erken gelmiş olabileceğimizi düşünürken arkadaşlarımızla kendi aramızda konuşuyorduk ama ne gelen vardı ne de giden.

Bir saate yakın bir bekleyişin ardından diğer sanatçılarda birer ikişer gelmeye başladılar ve sonunda bizim görevli bayanımızda yanımıza gelerek konuşmaya başladı. Tabikii bir saat önceden buraya neden getirildiğimizi merak ediyorduk. Cevap hiç unutamayacağım bir cümle oldu hayatımda;

"Sizden önce de buraya Türk ekipleri geldi ancak daima geç kaldılar bu sebeple organizasyonda bazı aksamalar oldu bu sebeple size bir saat önce gelmenizi söylemek zorunda kaldık"

Papa Sarayından Kiliseye doğru yürümemizi istediler ve halkla birlikte yürüyüşümüzü yaparken bizlerin suratlarından düşen tabikii bin parçaydı. Garip bir şekilde aşağılanmıştık. Kendi mantıklarında haklı olsalar bile kabulde zorlanıyorduk.

Kiliseye geldiğimizde hepimizi daha önceden hazırlanmış yerlere doğru yönelttiler. Bu arada biz bir şeyi fark etmiştik. Bizim dışımızda tüm ekipler bir şekilde çalgılarını da yanlarında getirmişti. Bize bu anlamda bir şey söylenmediğinden ellerimiz boştu ve açıkçası ne yapılacağı da aktarılmamıştı.

Ne olup bittiğini anlama çalışırken resmi kıyafetli bir din adamı Fransızca konuşmaya başladı, elbette birisi İngilizce tercüme eder diye boşuna bekledik. Fransa’daydık ve Fransızca bilmek zorundaydık.

Konuşma bittikten sonra festivale katılan müzisyenler kilisede kendi dillerinde müziklerini söylemeye başladılar ve biz gittikçe huzursuz olmaya başlamıştık. Bizimle ilgilenen bayanın yanına bir kez daha gitmek zorunda kaldım ve ikinci şokumu yaşadım.

Bugün tüm ülkeler kendi dini müzikleriyle festivalin açılışını yapacaklarını bizim Müslüman olmamızdan dolayı Kilise de kendi dini müziğimizi yapmayacağımızı düşündüklerinden bizlere bir şey söylemediklerini açıkladı.

Bu kadarı fazlaydı.

Kendi dini müziğimizi söyleyebileceğimizi söyledim ve mümkünse kilise orgunu kullanıp kullanmayacağımı sordum.

Şaşkınlıkla "evet" dedi ve en son olarak Türkiye'yi anons edeceğini söyledi.

Arkadaşlarıma detaylı bir bilgi veremeden sadece orgun yanına gidiyorum, girişten sonra şarkıya başlayın dediğimi hatırlıyorum ve onların şaşkın bakışlarını...

Kilise orgunun başındayken heyecanlıydım, hatta heyecanın ötesinde bir korku duyuyordum ilk kez. Anlamsız önyargıyla hakkımızda hüküm verenlere karşı bir ders vermek mi yoksa kabul edememenin yarattığı öfkemi ağır basıyordu bilemiyorum ve en önemlisi ilahi bilmiyordum, ne çalacaktım ben?

Öyle bir şey çalmalıydım ki aynı zamanda diğer arkadaşlarımda bana eşlik edebilsin. Dikkatle bizi anons etmelerini bekliyordum ve anons edildiğimizde heyecandan ölmek üzereydim.

Kilisede bizim için çok tanıdık onlar için yabancı bir müzik yankılanıyordu. Kilisenin muhteşem akustiğinde gerçekten inanılmaz bir tınıydı. Girişten sonra arkadaşlarım o muhteşem sesleriyle bana eşlik etmeye başladıklarında heyecan yok olmuştu ve kendimizi müziğin rüzgârına kaptırmıştık.

Müziğimiz bitince alkışlarla kendime gelmiş ve aşağıya arkadaşlarımın yanına gitmiştim. Biraz sonra kilisede açılış konuşması yapan yetkili yanıma gelerek ellerimi tutmuş şu cümleyi söylüyordu hem de İngilizce olarak;

"Hayatımda bu kadar ruha dokunan bir melodi dinlemedim"

"Bizim tüm ilahilerimiz böyledir" yanıtını verirken arkadaşlarımın yüzündeki gülümsemenin nedeni sadece ben biliyordum.

İlahi olarak çaldığım ezgi, Türk Halk Müziğimizin en güzel eserlerinden biri olan; "Havada bulut yok bu ne dumandır " türküsüydü.

Sanat, insanlar arasındaki mesafeyi yok etmeli diye düşünüyorum. Ve sanat ön yargılardan uzak tüm insanlığın ortak duygu ve düşüncelerinin bir payda da toplanması olmalıdır diye bir umudu içimde yeşertiyorum.

Tabii festivallerde bu düşünceye hizmet eden bir yapı sergilemelidir.

Her şeye rağmen Avignon festivali içinde birçok anıyı, kurulan güzel dostlukları unutmayacağım bir festival olarak kalacaktır.



sanem uçar

1 yorum:

  1. Okurken sanki ben de oradaymışım gibi heyecanlandım / hırslandım / gururlandım.
    Bu kadar hazırlıksızken olayı bu şekilde sonlandırmanız gerçekten büyük bir başarı-çalışılmadan-ilahiye benzer bir parçayı o anda düşünüp/ bulmak/ seslendirmek gerçekten de hiç kimsenin harcı değil. Sen çok yaşa emi Sanem..

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır