17 Temmuz 2011 Pazar

Vivaldi, yaz ve ben



Barok dönemin önemli bestecilerinden Vivaldi, bir çok özelliğiyle önemli bestecidir ama biz onu niyese Dört Mevsim Konçertosuyla tanırız. Oysa konçerto konusunda bir rekora imza atmıştır, beşyüzden fazla konçertosu vardır. Hepsi bir yana "Dört Mevsim" bir yana mı denildi bilemiyorum. Vivaldi demek Dört Mevsim Konçertosu demek gibi bir algılayış söz konusu.

Gerçekten bu dört bölümden oluşan konçerto muhteşem bir konçertodur. Hiç söze, yada renge gerek kalmadan mevsimlere ait özellikler müzik diliyle öylesine güzel dokunulmuştur ki her bölümde mevsimlerin tüm özelliklerini hissedebilirsiniz.

Ben Yaz bölümünü ( Concerto No. 2 in G minor, Op. 8, RV 315, L'estate (Summer) özellikle ayrı bir yere koyarım.



Çünkü yaz çok hoşlandığım bir mevsim değildir. Sıcağı sevmiyorum.

Sıcağın etkisiyle yaz aylarında insanların davranışlarına yansıyan uyuşukluk yada bezmişlik, herşeyden vaz geçme duygusu insanlarda tüm verimliliği düşüren bir olgu gibi algılıyorum.

Kuşkusuz günümüzde çözümler mevcuttur ancak bu çözümle benim için pek doğal şeyler olmadığından ve anlık olması sebebiyle yaza karşı duyduğum kötü düşüncelerin yok olmasını sağlamıyor.

Bir yerden gelecek minik bir esintiyi beklemek ve bu esintiyle kendine gelmek yaz aylarının bende sürekli olarak bir şeyler bekleme ihtiyacına denk gelmesi de yazı pek sevmememde etken.

İşte Vivaldi bu konçertosunda yazı o kadar güzel betimlemiş ki yaz aylarının insanda oluşturduğu o anlamsız tembelliği, uyuşukluğu notalarla ortaya koyması inanılmaz. Tabikii yaz aylarının o kendine özgü sıcaklığının arasına yerleşmiş doğaya ait özelliklerde çalgılarla son derece güzel ortaya konmuş. Sivrisineklerin vızıltısını bile duyabilirsiniz. İnsanı kendisine getirecek olan yaz yağmurlarının sesi ve o bekleyiş te vardır notaların arasında.

Bu açıdan bakınca Vivaldi denilince Dört Mevsim Konçertosunu hatırlamak normal.

İşte yaz ayının bu vıcık vıcıklığında zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamak en akıllıca olanı. Etrafa akşama ait serinlik çöktüğünde bir nefes almak için gittiğim her zamanki mekanlarımdan birinde şaşmaz sütlü filtre kahvemin keyfini çıkarırken bir kez daha bu efsunlu kentin artık bu insanları taşıyamadığını ve imdat çığlıkları attığını fark ettim.

Öylesine dipdibe oturmak zorunda kalıyorsunuz ki insanlarla sanki çok geniş bir aileymişiz gibi bir duyguya kapıldım. Sadece insanlar birbirilerinin konuşmalarına katılmıyorlar. Kendi aralarında konuşmaların devam ettiği ve kulak kabartığınızda herkesin konuşmalarını kolaylıkla duyabileceğiniz anlamsız bir samimiyet ortamında caddelerden geçen arabaların sesleri, etrafa yayılan farklı müziklerle yaz çok daha fazla işkence şekline dönmüş durumda. Vivaldi bu çağda yaşasaydı bu eser nasıl bir şekil alırdı diye hayal kurarken, yan tarafımda oturan aileye gözüm ilişiyor .

Yaklaşık birbuçuk, bilemediniz iki yaşındaki kız çocuklarıyla keyif yapmaya gelen bir anne baba düşünün.

Ama kızımız yürümeyi yeni öğrenmiş ve ayakta durmanın hatta koşmanın onda yarattığı büyük bir keyifle durmaksızın anne yada babasının kucağından yere inme naraları sonucunda kazandığı zaferle anne ve babasına keyifsiz anlar yaşatıyordu.

Hemen dışarıda ise 40-50 yaşlarında bir sokak adamı dağılmış kirli saçlar ve birbirine karışmış sakallarıyla elinde taşıdığı bir şeyleri satmaya çalışıyordu. Belli ki aynı zamanda alkolikti. Alkolizmin kişide oluşturduğu her türlü davranışa sahipti. Ama kimseye zararı yoktu. Satmaya çalıştığı şeyi tam olarak görmüyordum belliki ucuz bir şişe şarap için kendince seçtiği bir yöntemdi.

Yaramaz kızımızın ayağı yere değer değmez dışarı koşuşturmasında anne yada baba sırayla kızlarını geri getiriyordu ki kızımızın son isyanında sokak adamımız kıza bağırdı. Sözleri de pek anlaşılmıyordu. "İçeri gir" demiş olabilir. Arabalar vızır vızır işliyor ve her an bir anlamsızlık olacak cinsten bir durum söz konusu...

Kızımızın babası koşarak kızını kucağına alırken hangi duygu içindeydi bilinmez ama minik kızın dilinden dökülen bir tek sözcük o kadar anlamlıydı ki.

Bu sokak adamını tanımlamak için bir çok cümle kullandım. Kullandığım cümleler bir durumu açıklayabilmek adına olduğu kadar başkaları için ayrımcılığı çağrıştıran cümlelerde.

Minik kız ise gülümseyen yüzüyle bir tek sözcük kullandı. Öyle sıcak ve öyle doğal ki çocukluk hallerimiz. Neler oluyorda değişiveriyoruz büyüdüğümüzde?

Bir tek sözcük takılı kaldı kulaklarımda, içinde bir çok sorunun cevabını barındıran;

"Dede..."

sanem uçar

2 yorum:

  1. Selam Sanemciğim
    Barok sözü geçince yine aklıma bir türlü bulamadığım şu müzik geliyor. Hani demiştim ya..sergi tanıtımlarında falan söyle bir çalıp geçiveriyorlar. Bunu bilsen bilsen sen bilirsin
    ama..senin bilebilmen için benim sana aklımda kalan kısmı söylemem lazım. Sana telefonumu versem.. sen beni arasan..ben de sana telefonda söylesem..sen biliversen..ben de sevinip bu parçayı edinsem ne sevap olur biliyormusun :) gülme .. gerçek söylüyorum.
    Tatilde isen serin serin iyi yazlar. Biz de izmitte sıcak boğucu ve zararlı fabrika atıklarının yoğunlaştırdığı bir atmosferdeyiz. Fabrika zehirlerine alıştık da..sıcağa katlanamıyoruz pek :) Sağlıklı günler.

    YanıtlaSil
  2. Ah canımmcım benim, sıcağa katlanılmıyor haklısın. Evet bana tel. numaranı hemen gönder bir köşemde dursun, yolumuz düşer belki:) senin yolun düşer efsunlu kente, atla gel dersin orta bir noktada buluşuruz, bir çok şey yapabiliriz. Hadi bekliyorum numaranı:)

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır