21 Ağustos 2012 Salı

Metrobüsüm Benim




Üç hafta süren seminer programının ardından araya giren bayram tatiliyle birlikte yeniden nefes almanın mutluluğundayım. Dürüst olmam gerekirse seminer programıyla ilgili olarak bir sorunum olmadı ama seminerin yapıldığı alana gidiş ve gelişlerde sorun yaşamadım dersem yalan söylemiş olurum.

Öncelikle belirtmek isterim ki özellikle eylül ayında son bulacağı söylenen efsunlu kentteki trafik işkencesinin içersinde Bostancı'dan Bahçeşehir'e gidiş geliş öyle sanıldığı kadar kolay bir şey değil. Efsunlu kentin çalışan insanlarının dramını anlamanın en iyi yolu bir günü onlarla geçirmekten geçiyor.

Bu kentin insanlarının kendilerine özgü yanlarını keşfetmenin yolu da.

Bir çok şey anlamını yitirdi bir kez daha gözümde. Evet anlatmaya başlayabilirim;

Bu serüven için Bostancı'dan kalkan tren ve Söğütlüçeşme'den kalkan metrobüs benim için uygun gibi gözüküyordu. Oldukça erken denilebilecek bir saatte 6.30 da trende oluyordum Söğütlüye gelip oradan Cevizlibağ a kadar giden metrobüste aktarma yaparak Haramidere'de bizleri bekleyen servis ile Bahçeşehir' e tam üç hafta boyunca yolculuk yaptım.

Şimdi bu serüvenden küçük notlar paylaşayım;

Uyuma eylemini sadece yatağında gerçekleştirebilen ben için her fırsatta uyuyabilen insanları görmek başta benim için oldukça şaşırtıcıydı. Aklımın almadığı ise, ineceği yerde aniden bu insanların uyanmalarıydı. Büyük bir yetenek. Eğer ben uyuyacak olsam kesin ineceğim yeri kaçırırdım diye düşünüyordum.

Üç haftanın sonunda önce bu düşüncem değişime uğradı.

Hayır!, bir kaç dakikalık bir uyku bile insana yetebildiğinden ve insansoyu kendini şartlandırma konusunda uzman olduğundan ineceği yerde aniden gözlerini açabiliyor. Ben dönüş yolunda uyumayı başarabilenler grubuna dahil oldum.

Hayretler içersinde efsunlu kentteki insanların olağanüstü bir yeteneğini daha keşfettim bu arada. Olimpiyatlara oldukça kalabalık bir sayıyla gidip pek beklenen başarıyı yakalayamamış olsakta , kısa mesafe koşucusu olarak efsunlu kentin bazı insanları bence olimpiyatlarda rekor üstüne rekor kırabilirdı. Uyurken ineceği istasyona vardığında gözlerini açan kişilerin garip bir itici güdüyle depara kalkıp metrobüste yarım kalan uykularına devam edebilmek için verdiği savaşı takdirle karşılıyorum. Bu durumu Mana Neyestani'nin "I'm First" adlı karikatürü çok daha iyi aktarabilir.



İşin ilk başlarında metrobüs durağında bazı yerlerde öbekleşen insanların bunu neden yaptığını bir türlü kavrayamamıştım. Çünkü bazı yerlerde boşluklar vardı. Neden bu boşluklarda sıra beklemeyip bir yerde toparlanıyorlardı ki?

Çok kısa bir süre sonra bunun yanıtını buldum. Doğru yerde konuçlanmak konusunda da uzman efsunlu kentin insanları. Öbeklendikleri yer metrobüsün kapısının açıldığı yerlermiş. Ben ise kalabalığa karışmayıp kimsenin olmadığı boş alanlarda beklemeyi tercih ederken içeriye giremediğimi tahmin edebilirsiniz sanırım. Tabikii en kısa zamanda bu ip ucunu bende kullanıp öbekleşen insanların arasına karışacaktım.

Büyük bir deparla neredeyse olimpiyat rekorları kırarak öbekleşen insanların arasına karışabilmeyi en kısa sürede öğrendim.

Yaşasın!!!! artık bende oturacaktım. Ayakta yaklaşık iki buçuk saatten fazla süren yolda oturmanın keyfini sürecektim.

İşin ilk başlarında insanların yüzlerine yansıyan ifadeyi anlamakta çok zorlanıyordum. Bir çok ifade şekli yansıyabilirdi. Kızgın, uykusuz, yorgun, acılı , bezgin vs. şeklinde bir çok ifadenin arasından bu yansıttıkları ifadenin ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Hiç biri değildi. Bir kaç gün sonra bu ifadenin ne anlama geldiğini yakalayabildim;

Hiçlik...

Evet insanların yüzlerine verdikleri yoğun mücadelenin ardından yerleşen şey; hiçlikti. İster ayakta, ister oturdukları yerde olsun gözleri açık olan insanlar bir robot edasıyla hiçliği takınıyordu yüzlerine.

Genel anlamda yaşlı olana, çocuklulara, bayanlara yer vermek gibi bir alışkanlığı tamamiyle yitirdiğimizi gördüğüm anda bu hiçlik ifadesinin anlamını kavrayabildim. Çeşitli şekillerde orada burada yankılanan insan olmanın erdemi ve sahip olduğumuz erdemlerin tümüyle yitirildiği bu alanlarda öylesine mekanik davranışlar söz konusuydu ki, içinde duygu olmayan, doğal olarak yüze yansıyan ifade hiçlikten başkası olamazdı zaten.

Hiç alakası yokmuş gibi gelebilir ama aklıma gelen bir şeyi paylaşmak istiyorum. Seneler önce Vietnam savaşıyla ilgili görüntüleri izleyen Amerikalılar savaşın korkunç yüzünü fotoğraf ve film şeklinde evlerinin taaa içinde gördükleri zaman şok olmuşlardı. Bu vahşet görüntüleri kanlarını dondurmaya yeterliydi. İlerleyen zaman içersinde özellikle teknolojininde gelişimiyle görüntüler ve bilgiler hızla bizlere ulaşmaya başladığı zaman herhangi bir konuya ya da görüntüye üzülmek eylemimiz ne yazık ki elimizden alındı. Hızlı bilgi bu anlamda insanca duygularımızı elimizden alırken Körfez Savaşı sırasında naklen savaş izlediğimiz görüntüleri unutmayalım.

Kanıksadığımız bir davranış biçimiyle yüreğimiz çoğu şeye karşı nasırlaştı. Ve yaşam her anlamda nasırlaşmış yüreklerimizle, robotlaşmış hiçlik ifade biçimimizle yaşanmaya devam edecek gibi görünüyor. En trajik konu ise hepimizin bu davranış biçimini eninde sonunda gösterecek olması.

Bana inanmıyorsanız sadece metrobüs yolculuklarında olup bitene ufak bir göz atınız derim...

2 yorum:

  1. ne kadar liseli bir yazı. yazana zahmet olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Edebiyat tarihine geçmek istemek gibi bir amaç güdülmemektedir."Liseli yazı" tanımlaması da yeni bir kavram anlayabildiğim kadarıyla. Ve sanırım olumsuzluk bildiriyor. Benim için sakıncası yoktur, beğenilmeyi istemek gibi bir kaygı taşımadığımdan zahmet falan olmuyor. Ama sizin için zahmet olmuş, hem okumuşsunuz hemde beğenmediğiniz bir yazı için kelimelerinizi harcamışsınız.

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır