3 Ekim 2012 Çarşamba

6 Ekim ve Istanbul

                                       Fotoğraf; Şemsi Güner

Bir İstanbul aşığı olarak 6 Ekim benim için önemli bir tarihtir. Bu kente ait herşey ilgi alanıma girdiğinden Efsunlu kentimin düşman işgalinden kurtuluş günü olarak kutlanan bu tarihte önemlidir. İşin tarihi kısmına girecek değilim ama her 6 Ekim garip bir hüzün kaplar içimi. "Kurtuluş Günü" öylesine iddaalı bir cümle ki bugünler düşünüldüğünde.  Bir çok bedeller ödenerek elde edilen bir tarih bu.

Ben tarihin tozlu sayfalarına dalacak değilim. Efsunlu kentim için daha önce yazmış olduğum bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Hep bu duyguyla dolu geziyorum hemen hergün ama bu tarihte; özellikle...



                                     Fotoğraf; Şemsi Güner



Efsunlu Kent

Bir çok şey konuşuluyor son zamanlarda hakkında ey efsunlu kent. Seninle ilgili hemen herkesin öyle çok projeleri var ki. Sessiz bir şekilde dinlemektesin hakkında konuşulanları. Çok uzun zamandır herkes bir şekilde kendince bir iz bıraktı ama yine de bendeki beni yok etmeye yetmedi yaptıkları diye mi düşünmektesin?

Hatırlıyormusun bir kaç sene önce bana göre bir tavır koymuştun tüm insanlara. Sabahın ilk ışıklarıyla Boğaziçi Köprüsünden geçiyordum ve bir doğa harikası an yaşanıyordu adeta.

Kocaman bir sisin içinden geçmiştik ve hiç bir yer görünmüyordu. Altımızda ne boğaz, ne boğazı süsleyen o tek tük kalmış yalılar, hiçbiri yoktu.

Sanki kendi adına bir ret ediş yaşıyordun. Neyi ret ediyorsun ey efsunlu kent diye aklımdan geçirmiştim. Neleri görmek istemiyorsun?

Nelerden sıkıldın?

Parke taşlarında sıcak yaz yağmurlarının küçük sellerinin getirdiği eski çivileri toplayıp satan çocukları göremeyişinin ret edişi mi bu?

Her çiviyi bulduklarında alacakları yeni kavrulmuş leblebinin taze frapan kokusuyla gözlerine yansıyan neşenin özlemi mi?

Hani özenle işlenmiş taş duvarların üstüne düşmüş yazın ortasının geldiğini yemişini koparırken anladığımız incirleri mi aramaktasın?

Trak trak şeklindeki seslerle sokağı ritme boğan yanlarındaki sebze küfeleriyle geçen atların Arnavut kaldırımlardan yankılan nal seslerini mi?

Sarıyı mı özledin ey efsunlu kent? Bahar aylarının yeşilliğinde mimozaların açtığı ve o muhteşem kokusu etrafa yayılırken leblebi tozu gibi sararmış çiçeklerini mi yoksa?

Kentlerin bir cinsiyeti vardır ve nedendir bilinmez bana kadın gibi gelir İstanbul.

Benim de isyanım var biliyormusun?

Yeni yetme sevdalara yelken açtın!

Uzun zaman önce rujun bulaşmaya başladı erkeklerinin gömleğine iz bırakan sokak fahişesiymişçesine.

Kimseye yar olmayacaktın!

Ama yine de anlatacakların bitmesin ey efsunlu kent, kahkahalarını duymaz olduk. Bir sürü anlamsız seslerin arasında cılız kalıyor sesin ve kimse görmüyor akıttığın sessiz gözyaşlarını.

Sapla saman karıştı mı susmaktır her şeyi anlamlı kılan.

Sen suskun, ben suskun

Sesler yine dökülür mü ağzımızdan, kelimelere dönüşüp cümleleri oluşturur mu dersin?


sanem uçar




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır