13 Temmuz 2010 Salı

Yıkım Edebiyatı ve Wolfgang Borchert

borchert_biografie_krankheit_1

Mavi gezegende toplumsal olarak yaşanan her olumsuzluğun, çağın, toplumsal gelişmelerinin, ortaya çıkan çalkantıların ve bunların insan yaşamındaki yansımalarını en iyi edebiyatı incelerken öğrenebiliyoruz.

Özellikle İkinci Dünya savaşı gibi geçmişi çok ta geriye gitmeyen ve belki de bugün dahi anlamakta zorlandığımız bir sürü şeyi İkinci Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan "yıkım edebiyatı" sayesinde sanki çok daha kolay anlayabiliyoruz.

Yıkım edebiyatı;Trümmerliteratur,Kahlschlagliteratur,Stunde Null gibi isimlerle tanımlansa da savaştan zarar görmüş tüm insanların günlük yaşayışından kesitler sunan bu olgunun insan ruhunda açtığı tahribatı tüm gerçekliğiyle ortaya koyan bir mantığı içerir.

Kuşkusuz bu süreç içersinde aktarılmaya çalışılan yaşamın zorluğu edebiyatçıların kullandıkları dile de farklı bir şekilde yansıyacaktır. Yaşama ait bu gerçeklik abartıya ve süslü ifadelere yönelmeden dile getirilecektir.

Savaş sonrasında Almanya da ortaya çıkan bu edebiyatta öncelikle parçalanmış bir Almanya gerçeği vardır. Kuşkusuz bu durum anlatılmaya çalışılırken politik konulara çok fazla değinilmeden insanın yaşamında oluşan değişimler büyük bir gözlemle ortaya konulurken gereksiz süslü edebiyat tarzından uzaklaşılmıştır.

İnsanların savaş sonrası bir yıkımın içersinde var olmaya çalışırken yaşanılanların "yıkım edebiyatı" olarak isimlendirilmesi son derece doğaldır.

Bu dönemin edebiyatçılarından Heinrich Böll ün bu edebiyatla ilgili söylediklerine kulak verelim;

“Bizim nesil yazarlarının 1945’ten sonraki çalışmaları ‘Trümmerliteratur’ olarak tanımlandı. Buna bir itirazımız olamazdı, çünkü bu haklı bir tanımlamaydı. Bizim yazdığımız insanlar yıkıntıların içinde yaşıyorlardı. Bunlar savaştan çıkmış kadınların ve erkeklerin ve de çocukların aynı ölçüde zarar gördükleri insanlardı. Bu insanlar keskin gözlüydüler. Görüyorlardı. Hiçbir zaman tam bir barış içinde değillerdi. Çevrelerinde bulundukları yerlerde ve yanlarındaki hiçbir şey iç açıcı değildi. Ve yazar olarak bizler kendimizi onlara yakın hissediyorduk. Çünkü biz onlarla özdeştik. Karaborsacılarla ve karaborsacıların kurbanlarıyla, kaçaklarla ve herhangi bir şekilde yurtsuz evsiz kalmışlarla ve herşeyden önce bizim ait olduğumuz ve büyük bölümünün gerçekten dikkate değer bir durum içinde bulunduğu nesille özdeştik. Bu nesil yurda dönüyordu. Bu, biteceğine pek az kişinin inanabildiği bir savaştan yurda dönüştü.Yani biz savaşı, yurda dönüşü, savaşta gördüklerimizi ve yurda döndüğümüzde karşılaştıklarımızı, kısacası yıkıntıları yazdık. Bu da bu genç edebiyata ait olan ‘savaş’ ‘yurda dönüş’ ve ‘yıkıntı edebiyatı’ gibi kavramları ortaya çıkardı.”

Bu edebiyatın bir çok sanatçısı olmakla birlikle bu edebiyat türüne dahil olan en önemli isimlerden birisi;Wolfgang Borchert’tir. İnandığı gibi yaşamasıyla birlikte kısa hayatına sığdırdığı birbirinden önemli eserleriyle de tanınan bu edebiyatçı 26 yaşında aramızdan ayrıldı.

Kimdir Wolfgang Borchert?

Wolfgang Borchert 20 mayıs 1921- 20 kasım 1947 yılları arasında yaşamış Alman şair, oyun ve öykü yazarıdır. Henüz 15 yaşındayken şiir yazmaya başladı ve bunlar Hamburger Anzeiger gazetesinde yayınlandı.

Ülkesinde gittikçe güçlenmeye başlayan Nazi yönetimine karşı bir duruş sergiledi. Yaşamın hemen herkes için çok zor olduğu o dönem koşullarında zoraki olarak girdiği Hitler Gençliği gurubundan ayrılsa da 1940 yılında Gestapo tarafından tutuklandı.

Tutukluluğu çok uzun sürmedi ve bir kitapçı da hayatını kazanmaya çalışırken 1940 yılında girdiği oyunculuk sınavlarında başarılı oldu Mart 1941'de Landesbühne Osthannover topluluğuna katıldı .

Ülkesinde savaş tüm gücüyle hüküm sürerken savaş sebebiyle askere alındığından bu topluluktan ayrılmak zorunda kaldı.

Savaşa karşı olmasına rağmen Lützendorf'taki 3. Yedek Panzer İstihbarat Birliği'nde askeri eğitim gördü. Gördüğü bu eğitimden sonra ilk görev yerinde 1942 yılında yaralandı. Aynı zamanda difteriye de yakalanmıştı. Bu sebeple Almanya ya geri gönderilerek Schwabach'taki askeri hastaneye yatırıldı.

Sol elinde bir silah yarası vardı ve bu yarayı kasıtlı olarak yaptığı bahane edilerek yargılandı. Duruşması özellikle üç ay bekletildi ve bu süreyi tutuklu olarak geçirdi. Hakkında ölüm cezası istenmesine rağmen beraat etti.

Bu süre içersinde yazışmaları incelenerek vatan hainliği sebebiyle tutuklu olarak kaldı.Dava bittiğinde ise hemen cepheye gönderilmek kaydı ile 6 hafta ağır hapis cezasına çarptırıldı.

Gönderildiği cephede ayaklarının donması sebebiyle hastaneye kaldırıldı ve burada da sarılık ve tifoya yakalandı.

İzinli olarak doğduğu kent Hamburg a geldiğinde bazı kaberelerde rol aldı.Ancak sağlık durumu gerçekten kötüye gidiyordu. Rol aldığı kabere de Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels e hakaret ettiği gerekçesiyle 1943 yılında tekrar tutuklandı. Yargılandıktan sonra 9 ay hapis cezasına çarptırıldı ve cezanın bitiminden sonra tekrar cepheye gönderildi.

Savaşın sonlarına doğru 1945 baharında Frankfurt yakınlarında Fransız birliklerine teslim oldu. Borchert, esirlerin taşınması sırasında kaçmayı başardı.

Savaşın bitiminde tiyatro ve kabare dünyasında çeşitli roller aldığı gibi kendi oyunlarını da sahneledi. Ancak sağlık sorunları gittikçe daha ciddi bir hal almaya başlamıştı ve yazdığı eserlerin büyük bir kısmını hasta yatağında yazmaya çalıştı.

Zamanının kalmadığını bilircesine durmadan üretmeye devam etti.

Eserleri;

An diesem Dienstag, kısa öykü, 1947
Bleib doch Giraffe, kısa öykü, 1947
Dann gibt es nur eins, şiir
Das Brot, kısa öykü, 1946
Das Gewitter, kısa öykü
Das Holz für morgen, kısa öykü, 1946
Das ist unser Manifest, 1947
Der Kaffee ist undefinierbar, kısa öykü
Der Schriftsteller, kısa öykü
Die drei dunklen Könige, kısa öykü
Die Hundeblume, 1947
Die Katze war im Schnee erfroren, kısa öykü
Die Kegelbahn, kısa öykü, 1946/47
Die Kirschen, kısa öykü, 1945 civarı
Die Küchenuhr, kısa öykü
Die Stadt, kısa öykü
Die traurigen Geranien, kısa öykü, 1945 civarı
Draußen vor der Tür, tiyatro/radyo oyunu, 1947
Eine Lesebuchgeschichte, kısa öykü
Jesus macht nicht mehr mit, kısa öykü
Laterne, Nacht und Sterne, şiir toplamı, 1946
Mein bleicher Bruder, kısa öykü
Nachts schlafen die Ratten doch, kısa öykü
Radi, kısa öykü
Schischyphusch, kısa öykü
Versuche Es, şiir
Vielleicht hat Sie ein rosa Hemd, kısa öykü
Vier Soldaten, grotesk kısa öykü
Von drüben nach drüben, kısa öykü

Erken ölümü edebiyat adına büyük bir kayıptır.Eserlerinde dışavurumcu özellik göze çarpar. Yazılarına baktığımız zaman eksik bırakılmış, kısa cümleleri görebiliriz. Ve bu özellikler Borchert tarzını oluşturmuştur.

Onun bir cümlesiyle belkide bu tarzın nedenini anlayabilmek çok daha kolaydır;

"Bizim iyi dilbilgisine sahip şairlere ihtiyacımız yok. Çok iyi dilbilgisi bizim sabrımızı zorluyor. Bizim ağaca ağaç, kadına kadın dememiz lazım. Bizim EVET ve HAYIR dememiz lazım. Yüksek sesle, açıkça ve emir kipi kullanmadan..."

Bir savaşı, savaşın insanlar üzerindeki etkisini belkide en iyi anlatan şiirlerden biridir diye düşünüyorum;

Sen. Makinenin başındaki adam, atölyedeki adam. Yarın sana su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Tezgâhı ardındaki kız ve büroda çalışan kız. Yarın sana el bombalarını doldurmanı ve keskin nişancı tüfeklerine dürbün takmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Fabrika sahibi. Yarın sana talk pudrası ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Laboratuardaki araştırmacı. Yarın sana eski yaşamı yok edecek yeni bir ölüm keşfetmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Odasındaki şair. Yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp nefret şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Hastasının başındaki hekim. Yarın sana cepheye gönderilecekler için sağlam raporu yazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Kürsüdeki rahip. Yarın sana cinayeti kutsamanı ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Gemideki kaptan. Yarın sana buğday taşımayı bırakıp tank ve top taşımanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Havaalanındaki pilot. Yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden bombalar yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Dikiş masası başındaki terzi. Yarın sana asker üniformaları dikmeye başlamanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Cübbesinin içindeki yargıç. Yarın sana askeri mahkemeye gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Tren istasyonundaki. Yarın sana cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkması için sinyal vermeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Köydeki. Sen. Kentteki. Yarın askere alma belgeleriyle kapına dikilirlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!

Sen. Normandiya’daki ana, Ukrayna’daki ana, sen San Fransisco’daki ve Londra’daki ana. Sen Hoang Ho ve Missisippi kıyılarındaki ana. Sen, Nepal’deki ve Hamburg’daki, Kahire’deki ve Oslo’daki ana; yeryüzünün dört bir yanındaki analar, dünyanın tüm anaları, yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak, yeni savaşlarda savaşacak çocuklar doğurmanızı emrederlerse, yapacağınız bir tek şey var: HAYIR deyin!..

Analar, HAYIR deyin!

Çünkü hayır demezseniz analar, eğer hayır demezseniz, işte o zaman, Pus çökmüş, gürültülü liman kentlerinde iniltiler çıkaran koca gemiler suskunluğa bürünecekler ve su almış dev mamut kadavraları gibi, rıhtımların yosun ve midye bağlamış, ölgün, ıssız duvarları önünde miskin miskin yalpalayacaklar; daha önce ışıltılar saçan o görkemli gövdelerden, bir balık mezarlığı gibi, çürük, sayrı, ölü kokular yayılacak…

Tramvaylar, iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi eğrilip bükülecekler ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı, yitik sokaklardaki damları delik deşik barakaların ardında, teller ve rayların şaşkın çelik iskeletlerinin yanı başında, patlamış taç yaprakları gibi öylece uzanacaklar…

Çamur rengi, ağır, kurşun gibi bir sessizlik ortalıkta kol gezecek; tüm oburluğuyla büyüyerek, okullara, üniversitelere, tiyatrolara, spor alanlarına, çocuk bahçelerine ürkünç, açgözlü ve önlenemez bir biçimde çöreklenecek…

Bunların hepsi olacak…

Altın sarısı, sulu üzümler bakımsız yamaçlarda çürüyecek, pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak, patatesler sürülmüş tarlalarda donacak, ölü sığırların kaskatı kesilmiş bacakları ters çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi göğe dikilecek….

Enstitülerde, büyük hekimlerin dahice buluşları çürüyüp küf tutacak…

Son un çuvalları, son çilek reçeli kavanozları, balkabakları ve vişne suları mutfaklarda, odalarda, kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda bozulup heba olacak; devrilmiş masaların altındaki, paramparça tabaklardaki ekmek küf bağlayacak, erimiş tereyağlar arap sabunu gibi kokacak; tarlalardaki ekinler, paslanmış sabanların yanı başında bozguna uğramış bir ordu gibi boyunlarını bükecekler; fabrikaların çimenle örtülü tüten bacaları un ufak olacak…

Sonra, deşilmiş bağırsakları ve zehirlenmiş ciğerleriyle son insan, ışıldayan güneşin ve yanıp sönen takım yıldızların altında bir başına dolanıp duracak; bir deri bir kemik kalmış, çılgına dönmüş son insan uçsuz bucaksız mezarlar, dev beton blokların soğuk putları ve ıssız kentler arasında yalnız başına bir küfür gibi dolanırken şu korkunç soruyu soracak: NEDEN? Ve bu soru bozkırlarda hiç duyulmadan yitip gidecek,yıkıntılar arasında sürüklenip kiliselerin molozları arasında yok olacak, girilmez yer altı sığınaklarına çarpıp parçalanacak. Son hayvan-insanın son hayvansı çığlığı hiç duyulmadan, hiç yanıtlanmadan kan göllerinde boğulacak…

Bunların hepsi olacak, yarın, belki bu gece, eğer… eğer… eğer… HAYIR demezseniz!

Bu büyük edebiyatçının eserlerinde sorgulayan, isyan eden bir insanın düşüncelerini görebilirsiniz.Bunların yanında yine bir edebiyatçıda olması gereken o ince ve naif özellikleri de görebilirsiniz.

Aramızdan çok genç yaşta ayrılan cesur yüreklerden sadece bir tanesiydi “O”...


sanem uçar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır