29 Eylül 2010 Çarşamba

Yeter ama yaaa!



Son zamanlarda bir çok konuda içimden avaz avaz "yeter artık amaaaaa!" diye bağırmak geliyor.

Hâlâ daha varoluşçu felsefenin girdaplarında dolanıyor olmak ve gerçekten hemen her köşede kendini gösteren çürümenin kokusunu duymak,bu çürümüşlüğün bulantısını hissetmek ağır geliyor.

Taksim Bostancı arasındaki yolculuğum için dolmuşa bindiğimde yedi kişilik yolculuk istisnasız hemen herkesin elinin kulağında olduğu anlamsız cep telefonu konuşmasıyla başlıyor.

Altı kişi aynı anda sanki evlerindeymiş gibi konuşuyor.

Cümleler birbirine karışıyor...

Sevgili şöförümüz bu anlamda başı çekiyor. Yol durumunun kontrol mekanizması bu şekilde yapılıyor aralarında.

"Abiii Barbarostan gel, diğer yol .öt ister....Ömer e söyle o arabayı satsın yaaa, araba mı ulan o, eşşeek daha hızlı koçum!!!"

Duyduklarımın doğru olup olmadığını henüz anlayamamışken birbirine karışan cümlelerin kime ait olup olmadığının önemsizliğinde ve bilinmezliğinde kendilerini hiç tanımadığım kişilerin özellerini gayet rahatlıkla duyuyor olmama inanamıyorum....

"Kalktı mı onun yasağı? Hımm bu sevindirici haber o zaman.

Anlıyorum, ama bak bence dikkatli olmakta fayda var, önce hislerini bir tahlil et...


Ya ne bileyim? bir kafede orda burada onunlayken neler hissediyorsun, mutlu oluyormusun? bunları bir tart sonrasını geliştirirsiniz zaten.


Ya ben şimdi dolmuştayım, trafik var, yanına uğrayacağım ama sen dediklerimi sakın unutma.


İlgi, bak ilgi eksik etmemen gereken davranışlardan biri..."


Uzayıp gidiyor bu dolmuş yolculuğu süresince yaşam koçluğu...

Eğilip, beyefendi bana da yardımcı olabilirmisiniz, öyle büyük bir derdim var ki, dünyayı yakmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilemiyorum, çözümünüz nedir? diye sorsam mı diye aklımdan geçirirken bir bayan sesi geliyor kulağıma.

"Bebeğim nasılsın?"

Allah belanızı versin, kötüyüm demek geçiyor içimden bayan konuşmaya devam ediyor...

"Sorma bebeğim bugün saat sekizde okulda olmam gerekiyordu, sabahın köründe kalktım.

Tam üçbuçuğa kadar okuldaydım, sonra set e gittim valla işim ancak bitti.
Yarında aynısı olacak, ölüyorum yorgunluktan, sana uğramam lazım ama şu set işi bitsin belki sonra...

A aşkım!!! aklıma geldi Selin e söyle cep telefonunu neden taşıyor yanında eğer kullanmayacaksa?


Böyle değildi bu kız, bir şeyler oldu, ne oldu bilmiyorum, ama aramalarıma cevap vermezse geçmişe falan bakmayacağım çizeceğim...."


Bir kişi en azından bir kişi , bir anlığına cep telefonu kullanmıyor diye içimden geçirirken Selin e karşı büyük bir sempati duyduğumu hissediyorum.

Bu arada Brezilya ile ne ilgisi olduğunu bir türlü anlayamadığım şöförün yanında oturan adam konuşmasına devam ediyor.

"Brezilya dan diyorum , ya günlerdir neden diye tutturdun, öyle olması gerekiyor.

Ya bırak şimdi uzaklığı falan sen uygunluğuna bak.
Deli etme adamı ya! Brezilya dedim sana, uzatma artık yeterince zaman kaybettik daha fazla zaman kaybetmeye gücümüz yok anlamıyormusun?"

Latin müziğine karşı sempatimin kalıp kalmadığını sorgularken Selin beni hayâl kırıklığına uğratıyor ve bebeğini arıyor. Konuşma başlıyor ne yazık ki...

"Selin! bebeğim nasılsın canım?

Kızım günlerdir sana çağrı bırakıyorum geri dönmüyorsun, oysa anlatacaklarım var...


Bak ben bu iki gün çok yoğunum, hımmm tamam çarşamba setten sonra eve gitmeyip sana uğrayayım o zaman, çatlayacaksın gülmekten, yemin ederim, abartmıyorum!!!!"

Selin, allah senin de belanı versin diyorum içimden ve telefon konuşmaları devam ederken Brezilya ile muhabbetini bitirmiş adamımız şöförümüzle konuşmaya başlamış bile....

"Abi siz bu telefonla konuşmalarınızı bir şekilde diğer insanlarında faydalanacağı bir hale getirsenize, paraya para demezsiniz.

O telefonda yol durumlarını gösteren bilgiler çok doğru çıkmıyor genelde. Ama siz içindesiniz ve çok kolaylıkla açık yolları herkesten daha iyi biliyorsunuz"


Bıçkın şöförümüz bilgiç bir tavırla konuşmaya başlıyor;

"Abiii o bilgiler on dakika gecikmeyle ulaşıyor millete.

On dakikada İstanbulda herşey anında değişir.


Günde trafiğe çıkan yeni araba sayısını biliyormusun? nasıl kaldıracak bu kadar çok arabayı bu kent?
Kimse evinden çıkamayacak yakında İstanbul da"

İşte diyorum kendi kendime, kendimi eve gerçekten hapsedeceğim, ama adamımız çözümü getiriyor her zaman ki alışagelmiş tavrımızla.

"Yok yok, böyle olmaz bu işi metro çözer köprü falan değil. Moskova metrosu gibi bir metro yapacaksın, nasıl güzel bir metro o!"

ve inanılmayacak bir soru soruyor şöföre?

" Sahîîî ! sen Moskova metrosunu gördün mü?"

"Yoo" diyor bıçkın şöförümüz, "Görmelisin" diye yanıt veriyor adamımız.

Yine gülmekle ağlamak arasında bir yerdeyim ve ne çok hissediyorum bu duyguyu diye geçiriyorum içimden.

Abarttığımı sanıyorsunuz değil mi?

Yanılıyorsunuz, yoğun bir trafiğin arasında devam eden serüven hiç bitmeyen telefon konuşmalarıyla geçiyor.

Adlarını hiç bilmediğim, hiç tanımadığım insanların özel konuşmalarına tanık olmanın garip tatsızlığında bu efsunlu kentin her anlamda ırzına geçilirken, karanlığın içindeki ışıkların renksizliğinde anlamını yitiriyor her kelime...

sanem uçar

3 yorum:

  1. seni sinir eden bu yolculuk yazıya dökülünce ne kadar da güzel bir karamizah örneği olmuş-bazen düşünüyorum da herşey güllük gülistan olsaydı sığındığımız o güzelim sanat dallarının hali nice olurdu.. Yazıyı okuduktan sonra GSM sinyal kesicilere baktım-küçük boyutta olanı ve kullanışlı modeli henüz yok ne yazık ki-olsaydı o an elinde böyle bir alet sen de eğlenirdin kesin:)

    YanıtlaSil
  2. Arkidişim,hemen her gün pekçoğumuzun yaşadığı bu insana gidiyorum buralardan dedirten olayı hiçbirimizin anlatamayacağı kadar güzel anlatmışsın tşkr

    YanıtlaSil
  3. Cep telefonu günümüz insanının vücudundan bir organ olmuş artı birde coN con konuşmalar eklenince etrafta tam bir ironik hal alıyor yeni kuşak 5000-10000 sms'lerle yazışarak konuşabiliyor.Sokakta cep telefonu oynayan kadın erkekte kitsch kültürün bir parçası ...Post modern puşt çağda!...
    Blog:
    http://aura2019.blogspot.com/
    facebook:x_minerva@hotmail.com

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır