21 Ekim 2010 Perşembe

21 Ekimlerin ardından...




Kendi kendime söz vermiştim;

Bugün hüzün olmayacak....

Doğrusunu söylemek gerekirse hemen hergün için hüzünlenebilecek bir şeyler bulunabilir. Hüzünlerimizi de bir gerçeğimiz olarak kabul edip, insanca bir davranış şekliyle duygu boyutunda yaşadıklarımızın kabulünün ardından nefes aldığımız sürece herşeye rağmen yapabileceklerimizi düşünerek gülümsemeyi ilke edindiğimi söyleyebilirim.

Kopma noktasına geldiğim anlarımda vardır bu arada. Tamamiyle dibe çöktüğüm anlar...

Ama nasıl oluyor bende bilmiyorum, sonunda doğan bir güneşle ısınan yüreklerimizin atış seslerine karışıyor yaşamın ayak izleri....

Bu yaşamın ayak sesleri, tam altı yıl önce -bugün- sevgili babamı kaybettiğim anda farklı bir ritimdeydi ve sabah uyandığım ilk andan itibaren kendi kendime verdiğim sözle "hüzün" penceresini kapattım yaşama bakan penceremde.

Alışılmış tüm davranış şekillerimi hiç aksatmadan iç dünyamda babamla birlikte yaptığım bugünkü yolculuğumda sevdiklerimde vardı doğal olarak. Ama onlar hiç farkına varmadılar onlarla yaptığım konuşmalarda baş köşeye oturttuğum babamı...

Birbirimize bakarken gözgöze gelişimizi de fark etmediler doğal olarak. Babamla ben arasında oynanan bir oyundu sadece...

Sevgili babacığım;

İki hafta önce sevgili annemin bir kaç aydan beri başımızın etini yediği beraber son zamanlarınızı geçirdiğiniz o evinizden taşınma sürecinde neler yaşamış olabileceğimizi tahmin edebiliyorsun değil mi?


Hiç değişmedi annem biliyormusun?

Hâlâ kendisini , Türkiye nin, Ortadoğu , Balkan ve Şeysel adalarının en usta kişisi olarak görüyor.Kimseyi beğenmiyor...

Çamaşır makinasını bağlamaya gelen yetkili kişiyi çelimsiz bedeni sebebiyle ciddiye almayıp;
"Oğlum, yanında başka kimse yok mu? Sen mi yapacaksın bu işi? " diye sorguya çekişini görmeni isterdim. Ama çok iyi biliyorsun ki söylem biçimi her zaman büyük bir samimiyet havası içersinde geçtiğinden kimse kızamıyor kendisine.

Hep haklı çıkmasına da akıl sır erdiremiyorum. Bu çelimsiz ustanın bağladığı makina geçen gün büyük işler açtı başına. Çamaşır makinasından taşan köpükler arasındaki haline gülermiydin ağlarmıydın bilmiyorum ama "Ben dememişmiydim bu ustada iş yok " diyen haykırışları arasında benim köpüklerle balon yapmam çok daha fazla sıktı canını. Neyse ki sonunda doğru ustayı buldukta bu sorun halledildi.

Bu eve ilk taşındığı gün yanındaydım ve çok garip bir duyguya kapıldığımı söylemek isterim. Beraberce yıllarınızı geçirdiğiniz ve her mekanı artık ezbere bildiğim eski evinizden ayrılmış olmak bir anda seni terk etmiş gibi bir duygu yaşattı içimde.

Ama eşyalar aynıydı....


Dokunduğun herşey aynıydı...


Sadece yer değiştirmişlerdi.


Bu yer değiştirmiş hâlî seveceğini bildiğimden kovdum o bir anlık düşünceleri.

Parçalanmış bir imparatorluk üzerine kurulan cumhuriyetin ilk on yıllındaki zaman diliminde dünyaya gelen bu çocuklar değişimin ve sancılı yılların içersinde geçirdikleri o çocukluk dönemlerinden kalan alışkanlıkla sürdürdüler tüm yaşamlarını.

İnançlarına sonuna kadar sadıktılar ve öncelikle kendileri için değil, daha güzel yarınlar için sağlam düşünceler ve duygularla hareket eden yaşam tarzlarıyla gerçekten farklıydılar.

Şu anda sahip olduğum, doğru olarak kabul ettiğim bütün alışkanlıklarımın bir modelidir babam. Evrensel bir bakış açısıyla yaşama bakmamın mimarı...

Bu sebeple kişisel duyguların ifadesi gibi algılanabilecek bu düşüncelerim babamla birlikte doğru eylem biçimlerine olan özlemimin sonucudur.

Şimdi ülkemde burjuvazi tamamiyle yapısına uygun ama yinede alışık olmadığımız farklı bir kimlik sergilerken yaşanılanlardan yola çıkarak çocukluğumun en güzel üç ayının yaşandığı Aliağa yı hatırlıyorum.

Montajını yapmak üzere geldiği bir kağıt fabrikasında fabrikanın montaj işleri bittikten sonra yeteneği doğrultusunda ustabaşı olarak kalmasını isteyenler İstanbul dan ayrılmamızla yön alacak yeni hayatımızda çok güzel bir üç ay yaşamamızı sağlamışlardı.

Deniz kenarında muhteşem lojman şeklinde bir ev, fabrikanın çalışanlarının aileleri ve onların çocuklarıyla birlikte geçen muhteşem bir yaz hiç unutulmadı tarafımdan.

Ama eksik bir şey vardı babam için.

İşçiler sendikalı değillerdi.

Yasal haklarına kesinlikle kavuşmaları gerekiyordu. Bu uğurda verilen savaş işçilerin zaferiyle sonuçlanmıştı. Nedenini bilmediğimiz bir şekilde bizde bu zafer kutlamalarına katılmıştık.İşçiler mutluydu, ailelerin yüzleri gülüyordu...

Öyleyse iyi bir iş çıkarmıştı babam...

Aynı işçiler bir kaç ay sonra patronun babamın haklı davasında verdiği savaşı unutmaması üzerine işten çıkartılmasıyla sonuçlanacak veda da hüzünleriyle yanımızdaydılar.

Şimdi olup bitenlere baktığım zaman herşeyin çok daha acımasız bir şekilde geliştiğini görmenin üzüntüsünü yaşıyorum doğal olarak.

Neredeyse bir katliam yaşanıyor ve hiç bir şey yokmuş gibi devam ediyor yaşam...

Ve ben her geçen gün daha fazla özlüyorum babamı...

İşte bugün hüzünlü olmak istememe sebeplerimden biri yine babam. Çünkü çok iyi biliyorum ki hangi koşul olursa olsun daima yapılacak birşeyler vardır düşüncesiyle hareket etmediği bir zaman dilimini hiç görmedim.

Yine bir montaj sırasında kimsenin cesaret edemediği yükseklikte bir kaynak işini her türlü olumsuz koşulda yaparken düşerek kaburgalarının feci şekilde zarar görmesi esnasında zorlukla nefes alırken dahi elinden gazetesinin hiç düşmeyişini hatırlıyorum.

"Bizim sınıfımızın bu salak aydınlardan çok daha fazla entellektüel olması gerekir, durmadan okumalı ve kendimizi geliştirmeliyiz ki verilecek cevaplarımız olsun..." cümlesi mıh gibi kazınmıştır belleğime.

Alzheimer hastalığıyla boğuşurken o son zamanları hariç inatla elinden düşürmediği tüm kitaplar, dinlediği tüm müziklerle bir inancın sembolüydü.

Son an a kadar yapılacak bir şey mutlaka vardır.

Sevgili babacığım;

Son an a kadar yapılması gerekenler mutlaka yapılacaktır.


sanem uçar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır