Bundan önceki bölümde yazdıklarımdan Cumhuriyetin o ilk yıllarında müzik adına yapılanları yanlış bulmak gibi bir düşünceyi savunduğum anlaşılmasın.Müzik tarihinin yüzyıllar boyunca süren evrimi sıkıştırılarak bir kaç yılda halledilmeye çalışılılması takdir ettiğim bir özelliktir. Harcanacak zaman yoktu, ve atılan adımlar doğru olmakla beraber en büyük hata bu anlamda birbirlerini dinlemeyen ve anlamakta zorlanan müziğe bakış açısındaki farklılıklar oldu.
Tarihi süreç içersinde müzik adına yapılan çalışmalar bazı konularda eksiklikleri içerse de yinede o günkü koşullar düşünüldüğünde inanılmaz büyük adımlardır. Doğru bir eğitim sistemiyle yıllarca cahil bırakılmış bu halk eğitilebilir, kendini ifade edebilen bir yapıya pekala getirilebilirdi. Bu anlamda çalışmalar yapılmadı mı? Elbette yapıldı....
Sanatın tüm dallarında çağdaş bir hale gelebilmek, kendine ait yapıyı ortaya koyarken dünyadaki diğer kültürleri de anlayabilen bir yapıya kavuşabilmek eğitimle doğru orantılıdır. Kendine ait kültürü geliştirmek ve daha çağdaş yapıyı oluşturmak için o dönemlerde eğitim adına yapılan tüm çalışmalar Türkiye Cumhuriyeti tarihi içersinde en doğru çalışmalardır.
Eğitimin amacının belirlenip, kişiyi kendi değerlerini bilen, evrensel bakış açısına sahip,üretebilen, düşünebilen ve birey olmayı başarabilen bir yapı kazandırmak adına özellikle Köy Enstitülerinin açılması ve Köy Enstitülerinin programı o gün içinde bir devrim niteliğindedir, bugün için de.
Ama bildiğimiz gibi kendimize yapacağımız en büyük kötülük olarak bu yapıyı yok etmeyi gösterebilirim. Bu ulusun çocukları doğru bir programla çağdaş insan olmanın tüm unsurlarını öğrenip yaşamlarına geçirirken, gelecek günler için söz sahibi olacak konumu oluştururken, bu gelişmeler bazı kişileri rahatsız etti.
(Bu konunun dışında olmasına rağmen yeri geldiği için söylemek istediğim bir kaç cümlem var. İlköğretimden, yüksekokullara kadar her kademede ve özellikle devlet okullarının dışında özel okullarda da epey deneyimi olan biri olarak çağdaş eğitim modeli olarak dün ret ettiğimiz, ama bugün özü Köy Enstitülerinden alınmış bir sürü yabancı eğitim modelini ülkemizde uygulamaya çalışan sistemin iki yüzlülüğünü ve kendisiyle çelişen yapısını anlayamıyorum...)
Osmanlı'nın tasavvuf müziğini esas alarak İstanbul' un fethinden sonra saray çevresinde geliştirdiği ve içine Halk Müziğine ait özellikleri de kattığı bu müzik, yapısı gereği melodik bir özellik gösteriyordu.
Eserlerin icra edilmesinde sözlü eserlerde melodinin yanında sözlerinde çok önem taşıdığı bu müzik, tek sesli bir yapı üzerine kurgulanmıştır. Batı Müziğinde ton adını verdiğimiz , Halk Müziğinde ayak olarak isimlendirdiğimiz özellikler batı müziğinden oldukça farklı bir yapıdadır.
Batının 24 ton sisteminin dışında kendine özgü makamsal yapısıyla çok seslendirilmeye uymayan yapısı Batı Müziği eğitimi almış müzisyenler tarafından saygın bulunmadı. Çok seslilik bir çağdaşlık unsuru olarak ele alındığından bu müziğin tek sesliliğini aşağılamak adına "alaturka" olarak isimlendirilirken, batı müziği yüceltilerek "alafranga" olarak isimlendirildi.
Halk Müziğinin ise çok seslendirilmeye daha uygun bir özellik taşımasından dolayı özellikle Halk Müziğinin üzerinde duruldu.
Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu; bir ülkenin kendi müziğinin özelliklerini kabul etmeyen, onun yapısı gereği tek sesliliğini ret edip küçümsemek adına ciddiye almamaktır.
Ve sonuçta ciddiye alınmayan Türk Müziği uzun uğraşlar sonrasında bir parça değer kazanmış olsa bile, bu konuya gönül vermiş müzisyenlerin bu saygınlığı yeniden elde edebilmek adına bu müziğin yapısında zamana yayılacak bir değişimle müziğin özünden sapılmasına ve nesnel koşulların da etkisiyle arabesk bir yapıya doğru gitmesine neden oldular.
O dönemlerde de bugün de, Türk Müziğinin yapısına uygun olarak müziklerini icra etmeye çalışan müzisyenleri tabikii bu kapsama almıyorum ama seslerinin bu anlamda fazla çıkamamış olması bu müziğin yapısındaki değişikliğin oluşumunu da önleyemedi ne yazık ki.
1970 yılında gerek Halk Müziğinde gerekse Türk Müziğinde daha sanatsal anlamda çalışmaların yapılabilmesi adına kurulan konservatuarlarımız da ne yazık ki arabesk müzik dünyasına sanatçı yetiştirme merkezleri haline gelebildi.
Tüm şimşekleri üzerime çekeceğimi bile bile bu müzik alanında hem müziğin arabeskleşmesi, hemde arabesk kültürün yaygınlaşmasında çok önemli rolü olan Zeki Müren i ele alacağım:)
Çünkü arabesk müzikte , en azından arabesk müzik yaptığını bilen ve kabul eden bir çok sanatçı yanında arabesk müzik yaptığını bilmeyen yada kabul etmeyen sanatçılarımızdan bir tanesidir ne yazık ki Zeki Müren...
sanem uçar
Her ne kadar yazılarınızı okumayacağımı söylemiş olsam da sözümde duramadım :)
YanıtlaSilBir kısmına fikren katılmadığım, ama bilmediğim bazı konularda da bilgilendiğim yazılarınızı ilgiyle okudum. Sanırım artık bu yazı dizisi, başlığının kastettiği içeriğin oldukça dışına çıkmış. Olsun yine de güzel bence.
Söylediklerinizde çok sayıda gri alanlar var.
Realiteyi yansızca ortaya koyuyorsunuz fakat olması gerektiğini savunduklarınız konusunda kararsızsınız. Bence doğrusu ve olması gereken bu aslında. Doğruyu ya da doğruları bilmek zorunda değiliz, zaten tek bir doğru da yok bence.
Örneğin Cumhuriyet Türkiye'si müzik konusunda bir takım kararlar alıyor. Tepeden inme alınan bu kararlar toplumla buluşamadığı için yaşama olanağı bulamıyor. Fakat yine de içinde bulunduğumuz iklime bir sürü katkısı oluyor bu yapılanların.
Yani "şey"leri iyi-kötü ya da güzel-çirkin diye sınıflandırmak o kadar kolay değil bence. Hep bir sürü gri alanlar var, "şey"lerin çoğu da o alanların içinde. Dolayısıyla "iyi müzik ve kötü müzik vardır" deyivermek güzel görünebilir ama doğruluğu tartışılır öyle değil mi?
Bu arada hazırlanış itibarıyla en hoşuma giden bölümler 4'üncü ve 5'inci bölümlerdi. Eski bir akademisyen olarak, örnekli anlatım biçimi beni etkiledi. Sezen Aksu ile ilgili verdiğiniz örnek kuşkuya yer bırakmayacak kadar netti. Yalnızca ben hâlâ Sezen Aksu'ya haksızlık ettiğinizi düşünüyorum. Kaldı ki kendisini dinlemem.
Ama size bir solukta oldukça kaliteli bir düzine bestesini sayabilirim, Solistliği konusunda da çok iddialı olmadığını biliyorum zaten. Bu arada nostaljik nedenleri de olsa örneğin "Yalnızlık Senfonisi" adlı bestesi, ya da klasik batı müziği etkileri taşıyan "Küçüğüm", ya da "Keskin Bıçak", "Sarı Odalar" "Belalım" belirli düzeyin üstünde besteler bana kalırsa. Elbette bunları pop müzik standartlarıyla değerlendiriyoruz. "Bandıra bandıra ye beni" gibi şarkıların çalındığı bir piyasaya göre...
Öte yandan Sezen Aksu'yu müzik bilgisi açısından Fazıl Say ile karşılaştırmak ise sanırım anlamsız. Bunu da Sezen Aksu'nun yaptığını sanmıyorum.
Neyse bunlar da benim bazı tespitlerimdi. Son olarak şöyle bir sezgiye de kapıldım. Çok şey anlatmak istediğiniz için ve beni haklı olarak eleştirdiğiniz gibi siz de biraz aceleci davrandığınız için anlam bütünlüğünde bazı sorunlar varmış gibi geldi bana.
Amacım sizinle sohbet etmekti sadece, yorumumu yayınlamayabilirsiniz. Hatta belki de böylesi daha uygun olabilir. Çünkü gereksiz ve kırıcı diyaloglara neden olabiliyor. Ayrıca yanıtlamayabilirsiniz de.
Sağlıcakla kalın.
Sevgili dostum,
YanıtlaSil:) Açıkcası henüz yazmadıklarımı bildiğimden başlığın dışına şu an için çıkmış gibi gözüküyorsa da o noktaya sonlara doğru kesinlikle dönülecektir.
Arabesk olgusu sanıldığı kadar basit bir kavram değildir. Bir iki cümleyle anlatılmayacak kadar farklı konuları da içinde barındıran bir yapısı vardır. Tabii benim için...
Söylediklerimde gri alanların olduğunu söylüyorsunuz, öyle haklısınız ki arabesk anlayışı gri renk üzerine kurgulanmıştır zaten. Ülke gri :)
Herşey gri olduğu için var zaten arabesk...
Yansız bir tavır sergilemiyorum aslına bakarsanız. Sadece anlıyorum...Hak vermek yada vermemek adına değil yapmaya çalıştığım şeyler.
Suçlamak çok daha kolay aslında. Sizden söz etmiyorum. Ülkemde her hangi bir konuda suçlamada bulunmak anlamında kullanıyorum.
Sezen Aksu konusunda ise, eserleri ile ilgili iyi yada kötü olgusunu hiç ortaya koymamaya çalışıyorum. Sadece Fazıl Say ın yaptığı eleştiride haklı olan kısmı müziksel anlamda ortaya koyuyorum.
Arabesk müziği işin ilk başından itibaren eleştiren kişilerin, bu müziği Arap etkisiyle ve köyden kente göç olgusunun bir sonucu şeklinde aldığı kısmen doğru yaklaşımda hatalı kısımları ortaya koyuyorum.
Hayır diyorum, bugün arabesk müzik diye bir müzik varsa bu müziğin ortaya çıkmasında herkesin payı vardır.
Bu işi sadece müzisyenlere bağlayamayız. Bir sonuçtur öncelikle...
Şu an a kadar bu konuda bir çok şey söylendi. Söylenmemiş kısımları da elimden geldiğince ben söylemeye çalışıyorum.
Ve gerçekten kendi adıma yazdıklarınızla ilgili olarak asla kırılmayacağımı bilmenizi isterim.
Hepimizi ilgilendiren bir konuda kayıtsız olmamalıyız aslında. Gelecek bölümlerde bana göre daha ilginç kısımlar var:)
Yazı dizisi tümden bittiğinde konu hakkında yorum yapmayı düşünüyordum.Çünkü Sanem in düşünme biçimini, konuları ortaya koyma biçimini tanıdığımı düşünerek ,soru işaretlerinin oluşmasına özellikle izin veren yönünü biliyorum.
YanıtlaSilBen onun yazılarındaki gerek burada gerek farklı alanlarda daima kişinin kendi düşüncelerini de ortaya koymasına izin veren yönüne saygı duyarım. Bu anlamda yazdığınız satırlara baktığımda kaçırdığınız bazı noktaları ortaya koymak isterim Kemal bey
Yazı başladığı andan itibaren kimse hakkında kesin bir hükme rastlayan cümleri göremezsiniz. Sezen Aksu değerlendirilmeye çalışılırken özellikle sesini kullanmadakki detone özellik, ses sınırını zorlayan yanlış söylem biçimi gibi teknik konulara değinilmiş. Bir tarz olarak kabul ettiğimiz şarkı söylemesindeki yönün arabesk tarzı ortaya konulmuş. Sizin o sözünü ettiğiniz şarkıların büyük bir kısmı yine başkalarına ait eserlerdir . Kendi eserleri olsa dahi usta müzisyenlerin ellerinin değmesiyle şekil değiştirmiş melodilerden söz ediyoruz....
Beğendiğinizi söylediğiniz Küçüğüm parçasında piyano eşliğini ortadan kaldırın parça parça olmaktan çıkar, oldukça güzel sözleri olan sıradan bir esere döner.
O parçayı iyi yapan Uzay Heparı nın muhteşem düzenlemeleridir. Hepsi için aynı şeyi söyleyebilirim. Belalım dediğiniz eser Zülfü Livaneli nindir vs...
Özetle, kulağa hoş gelen herşeye rağmen eser sınıfına koyduğumuz eserlerinin %90 başkalarına ait besteler ve %100 ü de başkaları tarafından aranje edilmiş eserlerdir. Onun başka sanatçılar için yazdığı eserlerde öne çıkan Oynama Şıkıdım Şıkıdım örneğin arabeskleşmiş popun en önde gelen eserlerindendir.
Sanem ise yazılarında bunu tümden özetleyen cümleler kullanmış . Başkaları tarafından , beğeniyle dinlenilecektir , bunu ret eden onaylamayan bir cümleyi gösteremezsiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse ben bundan sonraki bölümde Zeki Müren in ele alınacağı kısmı büyük bir merakla bekliyorum. Çünkü bu konuda artık bir fenomene dönüşmüş kişi için şimdiye kadar duymadığım bir giriş cümlesiyle sinyal verebilmek gerçekten cesaret isteyen bir şey.Onun objektif yanını gayet iyi bildiğimden ben şimdiye kadar göremediğim yan neydi diye meraklanıyorum. Müzik söz konusu olduğunda başkalarının bakış açısını asla ret etmeyen, küçük nüanslarla gerçekleri cümlelerinin arasına bezeyen ve o cümlelerin arasında kendi kişisel düşüncelerini öne çıkartmayan bir kişi benim tanıyabildiğim Sanem.
Sizde haklısınız, bu tarz kişilere alışık değiliz...