3 Şubat 2011 Perşembe

Sabih! beni Hiltonlara götür...



Bu başlık, ilk okunduğunda insana neler düşündürür? bilmiyorum ama benim için her zaman kahkahalarla güldüğüm bir cümledir.

Bu cümlenin mimarı benim Türk Dil Kurumu Onursal Başkanı annemdir ve bu cümleyi sevgili babama söylemiştir.

İçeriğine geçmeden sevgili babaannemden söz etmeliyim.

Benim için babaannem dünyanın en lezzetli yemek yapan kişisiydi. Gerçekten yaptığı yemeklerin lezzeti hala konuşulur. Öylesine büyük bir yeteneği vardı ki, çok samimi söylüyorum suyu kaynatıp önünüze koysa o kaynamış su yediğiniz en güzel çorba gibi gelebilirdi.

Sevgili babannem renkli bir kişilikti. Genetik olarak ondan bana geçen özelliklerden bir tanesi de kokuya olan tutkunluğumuzdur. Üniversite öğrencisiyken onunla bir yaz tatili geçirmiştim, kendime aldığım parfüm bir hafta sonra bitince şaşırmıştım. Babannem kendi kendime konuşmamı duymuş olmalıki;

"Ne oldu cicim, ne diyorsun?" diye sorduğunda parfümün bu kadar hızlı bitmesi sebebiyle olan şaşkınlığımı söylediğimde o şen kahkahasını atmıştı;

"Ayol, şaşırdığın şeye bak, bende kullanıyorum...."

Dışarıya en basit alışveriş için dahi çıktığında bile en yeni elbiselerini giyer, yüzüne mutlaka kremini ve dudağına da rujunu sürmeden çıkmazdı.

Hazin bir geçmişi vardı aslında.

Ta Bulgaristan topraklarından annesinin karnında başlayan yolculuk Manisa da savaş göçmenlerinin arasında son bulurken dünyaya gelmiş. Ne yazık ki bu uzun yolculuk savaş koşullarında annesini çok yormuş olmalı ki, babaannem gözlerini açtığında annesi bu dünyadan göç etmiş.

Zaten babası savaş sırasında kaybolduğundan hiç tanımadığı kişilerin ona göz kulak olmasıyla 12 yaşına kadar Manisa da devam etmiş yaşamı. 12 yaşından sonra yakınları onu İstanbul a bir konağa aşçı yamağı olarak vermişler...

İşte bu konak onun yaşantısında bir dönüm noktası.

Henüz çocuk yaştayken geldiği konakta o dönemler oldukça fırtınalı anlar yaşanılıyormuş. Çünkü evin en küçük haşarı oğlu Amerikaya gitmeyi kafasına koymuş ve gitmişte. Günlerce, aylarca kendisinden haber alınamayan bu genç delikanlı daha sonra Macaristan a yerleşecektir.

Bu genç delikanlı benim büyükbabam, onun da güzel bir öyküsü var, burada paylaşmıştım;

Yaşama ait gizler

Büyükbabamın İstanbul a döndüğü yıllarda 16 yaşına yeni giren babaannem bir şekilde büyükbabamın gönlünü feth etmiş olmalı ki evlenmeye karar verdiklerinde yer yerinden oynamış tabii:)

Yani genellikle aşağıladığımız Türk Filmlerinin,yada dizilerinin yaşamın içinde bir gerçekliği daima olmuştur.İşte bu sebepledir zaten bana göre onlarca dizinin ve filmlerin bir şekilde ilgi odağımızda değilmiş gibi yapmamıza rağmen odağımızda olması...

Her türlü mirastan ret edilen sevgili büyükbabam Macaristan da edindiği mesleğiyle yıllarca babannemi ve çocuklarını yaşatmaya yetecek imkanı oluşturmuş.

Sevgili babaannem o konakta edindiği tecrübeleri normal yaşantısında da uygulamaya çalışan bir kadın olmuştur her zaman. Gerçi evin sahibi tarafından zaman zaman aşağılan , bir aşçı yamağını sınıfsal meseleler yüzünden gelin olarak kabul etmeyen düşünce biçimi derin bilinç altında ona yaşattıklarıyla bu sefer annem evlerine taaa Amasya dan gelin geldiğinde atağa geçecekti doğal olarak.

Genellikle aralarının çok iyi olmadığına tanık olmuşumdur. Ama herşeye rağmen öylesine garip bir sahiplenmede vardı ki, her ikisi de birbirine çok kızsalar bile pek sevgi içermeyen bir saygı duydular.

İşte annemin gelin olarak bambaşka bir yere geldiği bu iki katlı ahşap evde de , sonra kendi evimizde de babaannemin otorite kurmaya yönelik tavırları annemi çoğunlukla üzmüştür. Bu anlardan birinde daima arada kalan sevgili babam annemin çok üzgün olduğunu gördüğü bir anda anneme verdiği bir söz varmış. Aslında anneme olan sevgisi sebebiyle onu yüceltme anlamında kullandığı bir cümle;

" Söz, bir daha böyle şeyler olursa seni Hilton a götüreceğim"....


Bunu yapabilecek ekonomik bir gücü yok aslında babamın ama kendi kafasına göre "seni krallar gibi yaşatmak istiyorum" düşüncesinin kodlanmış şekli bu

Ancak sevgili babamın unuttuğu bir şey var.

Amasya dan yeni gelmiş sevgili annem için Hilton bir şey ifade etmiyor. Onun o dönemler en büyük ve lüks otel olduğunun farkında bile değil.

Henüz ülkemizden ayrılmamış, dostça ilişkiler içinde olduğumuz diğer Rum yada Ermeni dostlarımız gibi henüz tanışmadığı dostlardan biri sanıyor.

Babaannemle bir kez daha olumsuzluk yaşadıkları bir gün babamın verdiği sözü tutmasını istiyor;

"Sabih! beni Hiltonlara götür..."

En olumsuz anlarda dahi kahkahanın eksik olmadığı evimizde geçmişten gelen bu alışkanlık her zaman kurtarıcımız olmuştur.

Yaşadığımız hayata gülebilecek bir yan bularak bakabilmek aktarılmayacak pek çok şeyin üstesinden gelmemizi sağlamıştır. Bu sebeple aileme daima şükran borçlu olacağım.

Bu arada;

Açıkcası Paris Hilton un zaman zaman magazin basınında yer alan olumsuz fotoğraflarını gördüğümde acayip bozuluyorum.

Yapma Paris!!!! bak ailenle bir geçmişimiz var, ayıp oluyor demek geliyor içimden:)

sanem uçar

4 yorum:

  1. canım seni okumak keyif ve umut veriyor insana..

    cidden yazmalısın sen.. bu kesinlikle bir iltifat değil...

    seni okurken elif şafak'ı düşünüyorum bazen.. ve ne kadar basit şeyleri ne kadar yüceltebildiğimizi..

    sanırım bir edebi dilin asla yakalayamayacağı bir şeye sahipsin: yazının içinde ki sımsıcak sese..

    yazdıklarını okuduğumda özümsemekten çok kendim yaşıyormuşum gibi hissettiğim çok oluyor..

    ve bu, okuma hayatımda(ufak da olsa) asla sahip olmadığım bir şey...

    yazmalısın, yazmak zorundasın ve yazacaksın...

    ve ben torunlarıma sanem uçar'dan alıntılar yapıp, hikayeler anlatıcam ve onlarda seni okuma, yaşama şansına sahip olacaklar...

    bekliyorum...

    YanıtlaSil
  2. Yazıyoruz işte törecim:))))

    Tamam canımcım beni motive ettin, savrulun edebiyat dünyası ben geliyorum:)))))))))))

    YanıtlaSil
  3. Bilmediğim bir yönünü öğrendim,çok güzel bir anlatım,büyülü bir öykü.Ben de geçen yıl 1890'lardan bu yana aile öykülerini kaleme aldım,akrabalara dağıttım.Ancak bizim çocuklar senaryolaştıracaklar sanırım,bu sebeple açıkça paylaşamadım ama arkidiş senin anlatımın bir başka,öykü çok ilginç.Kalemine sağlık:)

    YanıtlaSil
  4. Nasıl oldu da bu kadar kısa sürede bu hale geldik,30-40 yıl önceki insanından neyimiz eksik diye kafa yoruyorlar cevabı bu yazıda saklı bence: "safiyet"
    ...
    Fikret Kızılık'un dediği gibi ; "bizi bu hale koyanların canları çıksın"

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır