4 Mayıs 2011 Çarşamba

Beat Kuşağı



Servis sağlayıcılara ve hosting firmalarına Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan gönderilen ve gönderici hanesinde yersaglayici@tib.gov.tr adresinin yer aldığı tebligatta, günlük yaşamda kullanımından vazgeçilemez pek çok "sıradan" sözcüğü de içeren yasak listesi bulunuyor. Bu kelimeler arasında "beat" kelimesi de olduğundan her an yasaklanabilecek bir yazı olacak bu. Ama en azından 22 ağustos a kadar sürem olduğundan bu çok anlamlı özgürlüğü kullanmak niyetindeyim.

Bildiğiniz gibi William Seward Burroughs 'un Yumuşak Makina adlı kitabı Türkçe'ye çevrilerek Sel Yayıncılık tarafından yayınlandı yayınlanmasına da bir sürü patırtı gürültü koptu doğal olarak. Bu konudaki tartışmaları dolandagel sitesinde yürütmeye çalışırken tartışmalara sebep olan "Beat Kuşağı" na ait bilgileri ise burada yazmayı tercih ettim.

Öncelikle "beat" kelimesi bir çok anlama gelmektedir.

Kendi başına, meteliksiz, yeri yurdu belli olmayan, uykusuz, uyumayan, bitkin, dışlanmış gibi bir çok anlamda bu kelime kullanılır. İşte 1950 li ve 60 lı yıllarda çok daha belirginleşen Amerika'da konformist bir yaşamı yüceltmeye çalışan bir anlayışa tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Çünkü İkinci Dünya savaşı herkes için büyük bir yıkımdı. Bu savaşta yaşanılanlar ve insanların her anlamda kayıpları çok büyüktü. Bir şekilde yaraları sarmak dururken sanki bütün bu felaketler hiç yaşanmamış gibi belirli bir kesimin daha iyi bir yaşam sürmesine yönelik çalışmalar burjuva sınıfının daha çok gelişmesini sağlarken orta sınıfta da benzer gelişmeler kendini gösteriyordu.

Her zaman olduğu gibi alt sınıfların gittikçe ağır bir yükle varla yok arasında bir yerde olması garip bir çelişki oluştururken 1948 yılında Jack Kerouac tarafından, John Clellon Holmes ile sohbeti esnasında kullanılmış bir kelimedir "Beat Kuşağı"...

Neydi amaçları?

Aslında kötü durumda değillerdi ancak oldukça kötü durumda olanların varlıklarından haberdarlardı. Çünkü büyük bir kısmı Üniversite eğitimi almış kendine göre duyarlılığı olan gençlerdi.

Tüm ülkeyi otostopla dolaşmak, bu esnada jazz müziği dinlemek, kimsenin yaşamına karışmamak, uyuşturucu kullanmak ve cinsel özgürlüklerini istedikleri gibi yaşamak amaçlarından bir kısmıydı.

Bunlar düşünce boyutuyla kafalarında oluşurken özellikle tutuculuğa, baskıya, savaşa ve faşizme karşı bir siyasi duruşları vardı. Azıınlık haklarını savunan düşünce biçimiyle farklılıklara karşı bir duruş sergilemek niyetindeydiler aynı zamanda.

Bu düşüncelerini uygulayarak yaşamlarını sürdürüken John Clellon Holmes "Go" adında bir kitap yazacaktı ve kitap 1952 yılında yayınlanmış olmasına rağmen alışık olan edebiyat kuramlarından tamamiyle farklı bir kurgu içermesi ve içindeki konular itibarıyla hiç beğenilmedi.

Bunu Beat Kuşağının ilk hareketi olarak ele alacak olsak da Jack Kerouac'ın 1957 yılında yayınlanan "On The Road" adlı kitabı başta gençlerin ilgi odağı olarak büyük bir başarı sağladı. Bu başarının kökeninde kitabı okuyan kişilerin benzer hikayelere sahip olmalarının gerçeği yatıyordu.

Bu arada Six Poets In Six Gallery organizasyonunu kesinlikle unutmamak gerekiyor. 1955 yılında San Francisco'da düzenlenen bu organizasyonda Allen Ginsberg, Howl (Uluma) şiiriyle katıldı. Bu şiir orada bulunan kişilerin üzerinde çok büyük bir etki bıraktı. Çünkü şiir
Michael Mc Clure' ın söylemiyle "Bir bariyer yıkıldı. Bir insan sesi ve bedeni; Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi."

Doğal olarak herkes üzerinde böylesine güçlü bir etki bırakan bu şiir yaynlandığında Beat Kuşağı edebiyat sahnesinde yer almış oldu. Doğu felsefesiyle özellikle Zen ve Budizmle gerçeğe ulaşmak isteyen bu genç edebiyatçılar karşı oldukları bir çok şeye inandıkları gibi yaşayarak devam ettiler.

Küçük bir alıntı;

"İçimde bir tedirginlik, sınırı geçiyorum ve El Paso’dan geçip tren istasyonundan sırt çantamı alıyorum; içim rahatlayıveriyor. Gene o üç mili tepip kumluğa varıyorum; ay ışığında kolay oluyor yolumu bulmam ve tırmanıyorum çizmelerimle rap rap diye giderek...
Japhy’den dünyanın ve kentlerin mihnetlerini bir yana fırlatıp kendi gerçek ve saf ruhumu bulmayı öğrenmiş olduğumun farkına varıveriyorum. Tek gereksinimim işte bu sırt çantam. Oturup meditasyon yaptım, dualar ettim. Bir kış çölünün gecesinde uyunan uyku gibisi var mı!..

Tabi güzel bir uyku tulumunuz olacak ve başınızı çekeceksiniz içeriye, ıpılık. Öyle sessiz ortalık, insan kendi damarlarındaki kanın kulaklarında zonk zonk çağıldamasını işitebiliyor, ama ondan daha gizemli bir çağıldama daha var işitilen, ki hep bilgelik elmasının kendi gizemiyle gürlemesidir; doğduğun günden başlayıp içine daldığın dünya mihnetlerinin sana unutturmuş gibi olduğu bir şeyi anımsatırcasına süregiden ulu bir şşş.


Sevdiğim kimselere, anneme, Japhy’e anlatabilmeyi çok isterdim bunu; ama bu hiçliği ve ondaki saflığı anlatabilecek sözcük bulamam...
Sarkık kaşlı, ak saçlı Dipankara’ya sorulmuştur çokça ‘Tüm canlı varlıklara öğretilmesi gereken kesin bir öğreti var mıdır?’ diye de, onun verdiği yanıt elmasın gürleyen sessizliği olmuştur hep."

Kuşkusuz bir edebiyatçı olmadığımdan bu eserlerin edebi yapısı hakkında yorumda bulunacak gibi hissetmiyorum kendimi. Sadece anlamaya çalıştığımı söyleyebilirim. Bu anlamda yazılanlardan çok belki de çıkış noktaları çok daha cazip geliyor bana.

Çünkü; ret ettikleri her şeyi sanat ve meditasyon olarak ele alırken ayrımcılık, toplumdaki eşitsizlik, ırkçılık gibi konularda karşı duruşları insancaydı.

Bir felsefe olarak başlayan edebiyatla devam eden bu akım doğal olarak sanatın diğer dallarını da içine alarak hızla gelişecekti. Bu anlamda ne kadar doğru şeyler üretildiği kuşkusuz tartışılabilir ve tartışılmalıdır da. Ancak ne adına olursa olsun bir çok anlamda etki yaratmış bir akım ret edilemez.

sanem uçar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır