Yarın 6 Ekim 2007, yani güzel, efsunlu kentim İstanbul' un düşman işgalinden kurtuluş günü.
Bu İstanbulluların bile bilmediği önemli tarih cumartesine geldiği için okulumuzda İstanbul' un kurtuluşu ile ilgili kısa bir program bugünden yapıldı benim okulumunda.
Fonda büyük besteci Göksel Baktagir' in İstanbul' u her şekliyle hatırlatan müziği eşliğinde şiirler okundu, konuşmalar yapıldı.
Yapılan konuşmaların dinlendiğini pek sanmıyorum. Ama yinede sesini çıkartmamaya özen gösterebiliyor minik öğrenciler. Birden birinci sınıf öğrencilerinden birine gözüm takıldığında ağladığını gördüm. Öylesine güzel ağlıyordu ki... O güzel minik yüzünden aşağıya doğru akan gözyaşlarının nedenini merak etmemek mümkün değildi. Sonunda öğretmeni de fark etti ve neden ağladığını sordu usulca.
"Duygulandım", cevabı karşısında bende duygulandım.
Artık müziğin etkisiyle midir ya da konuşmaların içindeki anlamı keşfetmiş olabilme olasılığımıdır bilmiyorum ama minik bir öğrenci ağlıyordu.
Kendimi konuşmalardan sıyırarak müziğe verdim.
Nasıl da güzel çalıyordu Göksel Baktagir. Okulumuzun o tarihi dokusu etrafında İstanbul' a yakışan bir müzikle, bu efsunlu kenti ilk kez gördüğüm beş yaşıma kadar gittim.
Bu yaşıma kadar geçen süre son derece modern bir şehirde Hamburg' ta geçmişti. Nasıl olduysa o yıl benim sevgili babam yaz tatilini İstanbul' da geçirmeye karar vermiş olmalı ki, uzun bir yolculuktan sonra gözlerimizi yine ilk kez göreceğim babaannemlerin ahşap iki katlı evinde açıvermiştim.
İnsanları hayal meyal hatırlıyorum o ilk günkü karede. Ölesiye uykum vardı ve belki de yastığa 15 santim kala uyuyuvermiştim.
Ebeveynlerin istedikleri türden bir çocuktum. Asla ama asla onlara söz gelecek bir şey yapmazdım. Kurallara uyar bana izin verildiği sürece başka sınırlara girerdim. Asla katı bir kural yoktu ama önce annemin gözlerine bakıp ondan belli belirsiz bir onay almadan herhangi bir şeyi yaptığımı hatırlamıyorum.
O ahşap evde gözlerimi ilk açtığımda dışarıdaki odada sohbet eden insanların sesleri arasında tanıdığım sesleri duymaya çalıştım.Babamın sesini duyduğumda rahatladığımı hatırlıyorum. Yatakta şöyle bir doğruldum, kocaman bir yatağın içinde yabancısı olduğum nesnelere göz attım. Bizim evdeki eşyalara hiç benzemeyen son derece garip eşyalar vardı ve gerçekten büyüleyiciydi.
Şu yaşımda bile eğer dünyanın en zengini olsan isteyeceğin ilk şey nedir? diye sorsalar hiç tereddüt etmeden parfüm diyebilirim.
Bin tane parfümüm olsa bin birinciyi isterim. Tek lüksüm budur.
Güzel koku.
Tam karşımda konsolun üzerinde birbirinden güzel minicik şişelerde bir şeyler duruyordu. Öylesine göz alıcıydı ki, dokunmak istiyordum.
İlk kez annem yanımda değilken, ondan onay almayı beklemeden o minik şişelere dokundum ve açtım kapağını.
Tanrım! O ne inanılmaz kokuydu. Şu an bile o kokuyu hatırlayabiliyorum.
İstanbul’daydık ve İstanbul güzel kokuydu.
Bir ona bir buna derken kokular birbirine karıştı ve birden bire açılan kapıdan beyaz saçlı bakımlı güzel bir kadın giriverdi. Öylesine korkmuştum ki döküverdim şişelerden birini...
"Kokunun hırsızlığı yapılmaz" dedi beyaz saçlı güzel kadın.
Nasıl utandım, anlatamam.
Ta içeriye kadar gitmiş parfümün kokusu. O zamanlar bildiğimiz parfümler şeklinde değildi kokular. Esans denilen küçücük püskürtmesi de olan son derece güzel şişelerde bulunuyordu.
Babaannemmiş o beyaz saçlı güzel kadın.
Dökülen şişeye hiç aldırış etmeden sadece;
"Bunlar senin için çok ağır kokular gel şimdi sana başka kokular sürelim" dedi ve beni mis gibi kokan bir banyoda kendi elleriyle yıkadı...
Mis gibi sabun kokuyordum.
İstanbul’daydık ve İstanbul sabun kokuyordu.
Şaşkındım, her şey ne kadar farklıydı. Almanca konuşmayı çok iyi bilen büyükbabam gizli bir sözü nedeniyle bizimle hiç Almanca konuşmadı ama abimle yaptığımız konuşmaları dinlerken söylediklerimizi anlamış olmasının şaşkınlığını da hiç unutamamıştım. Nasıl bilebilirdi ki?
Ellerimizden tutup Kuşdili çayırına götürdüğü ertesi günü hatırlıyorum. Bana ormana geldik gibi gelmişti. Her yer nasılda ağaçlarla kaplıydı ve yaşlıca bir adam şimdiye kadar hiç görmediğim garip bir bisikletle çocukları para karşılığı ormanda gezdiriyordu.
Büyükbabam bizleri o garip bisikletle gezdirtti o adama. Pırıl pırıl bir güneş ağaç yapraklarının arasından süzülürken hiç duymadığım başka kokular geliyordu burnuma...
İstanbul’daydık ve İstanbul yaprak kokuyordu, toprak kokuyordu...
Bugün üzerinden arabamla geçerken içimin sızladığı yol, Küçükyalı' da, son derece güzel bir plaja gittik bilmem kaçıncı gün. Hamburg' ta limanda çalışırdı benim babam. Onu ziyaret ederdik ama deniz hiç bu kadar mavi değildi orada.
Ailece Küçükyalı plajında denize girerken mutluluk seslerimize başka kokular karışıyordu.
İstanbul’daydık ve İstanbul tuz kokuyordu.
Güzel bir gündü benim için bugün.
Hiç tatmadığım kokuları ilk kez duymamı sağlayan güzel kentim, kurtuluşunun bilmem kaçıncı yılı kutlanacak yarın.
Ya şimdi, hiç fark edilmeyen hangi istilalardasın?
sanem uçar
Ne güzel anlatmışsın İstanbul'u...Göksel Baktagir'i dnlerken Duygulanıp ağlayan miniği okuduğumda iki kez duygulandım....Kokular ne kadar önemli hayatımızda,istiklalde bir kırtasiyeye girdiğimde oradaki hanıma heyecanla burası babamın kitapları gibi kokuyor demiştim,kadıncağız tebetsümle karşılayıp ne zaman istersen gel kokla demişti,bir de bir kıymetlim vardı şimdi nerelerde olduğunu ilmediğim,ne zaman özlesem deniz kenarına giderim,deniz kokusunu çekerim içime....İstanbul,Baktagir,kokular beter ettin be Sanem....zeynep korkmaz
YanıtlaSilAh canımcım benim,
YanıtlaSilHafıza garip bir şey türlü oyunlar oynar bize...
Bir ses, bazen bir koku ve belki bir renk alır taşır bizleri bazen istediğimiz yere bazen olmak istediğimiz yere.
Geride genelde sızı kalır bilirim, bu sızıyı duyabilenlerle dönüyor bu dünya
Reyhan rengi bir sızı......
YanıtlaSilkoca bir sessizlik sunabilirim sana elimden başkada bir şey gelmiyor ne yazık ki" reyhan rengi sızı" tükketti kelimelerimi...
YanıtlaSilBir gün gelecek gerçekten kurtulacak İstanbul, insanoğlunun kendisine yaptığı/ettiği bütün zulumlerden-bu kadar kokuşmuşluğuna rağmen halen bizi etkileyebiliyorsa bir şehir o büyüklük karşısında saygıyla eğilmemiz lazım-eğiliyoruz da...Kendi dokunuşunu (yada İstanbul'un sana dokunuşunu)anlatarak bu duyguyu bizlere de geçirdiğin için çok sevindim kendi adıma..
YanıtlaSil