Pazartesi;
İnsanlar, konuşanlar ve suskunlar diye ikiye ayrılır. Ben suskunlardanım. Benim dışımdakiler habire konuşurlar. Dilsizler ve bebekler ise Allah'ın , ağızlarına vurduğu mühür dolayısıyla konuşmazlar. Oysa ben, kendi ağzımı kendi elimle mühürledim. Ben susmanın tadını anladığım halde, konuşanlar konuşmanın acılığını anlayamadılar.
Bunun için insanlar konuşurken ben hep sustum.
Cuma,
"Bunu demek istememiştim"
Birinin gayretle, ciddiyetle ve samimiyetle konuşup sonra da dinleyenine ya da dinleyicilerine dönerek " Ben bunu demek istememiştim" dediğini her işittiğimde çok üzülüyorum.
İş bana kalsa, insanoğlunun yazdığı her kitabın, heykeltraşın yaptığı her heykelin, ressamın çizdiği her tablonun, hatibin yaptığı her konuşmanın, şairin yazdığı her şiirin, yazarın yazdığı her makalenin ve herhangi birinin ağzından çıkan her ifadenin sonuna şu üç kelimeyi yazardım; Bunu demek istememiştim. Neden mi? İnsanların ifadesi ne tür olursa olsun, ne kadar ince ve hassas olursa olsun, hala bütün duygu ve düşüncelerini ifade etmekten uzaktır. Çünkü onlar, harfleri doğru dürüst telaffuz edemeyen çocuklar gibidirler sanki. Ben ise bu anıları insanlar için değil, kendim için yazmama rağmen sonuna " Bunu demek istememiştim" yazacağım.
Doğruluk niyetle olur, ifade ile değil. Çünkü ifadeler niyetleri örter. Bunun için insanlar, doğrucuları ve yalancıları birbirine karışık sürekli bir azap içindeler. İnsanların suskunlarından olan ben, nasıl yalan söyleyebilirim? İyi niyet, ancak doğru olmayan ifadesi ile yalan söyler. Kötü niyet ise doğruyu taklit eden ifadesi ile yalan söyler.
Sözler doğru ve yalandan ibarettir. Susmak ise hilesi ve yalanı olmayan bir doğrudur.
Bunun için insanlar konuşurken ben hep sustum.
Perşembe;
Sessiz bir gün.
Eğer dünyanın mutlak hakimi ben olsaydım, bütün insanlar için her sene, en azından bir günü sessizliğe ve derin düşünmeye ayırırdım. Fakat işi gevezelik olan insanlar var. Bunlara da her sene, tam bir ay sessizliği zorunlu kılardım.
Salı;
Bugün deniz kenarında bir taşın üzerine oturmuş genç bir kız gördüm. Ben de karşısındaki bir taşa oturdum ve konuşmaya başladık.
İçimden kendisine;
-Burada ne yapıyorsun? dedim.
İçinden bana,
-İnsanlar deniz suyu ile yıkanıyor, ben de hüzünlerimle, dedi..
İçimden kendisine,
-Seni üzen ne? diye sordum.
İçinden bana,
-Uzun bir zaman sevebileceğim bir genç aradım, ama bulamadım. Kalbim sevgiye susamıştı. Ancak sevgi yok oldu, kalbim kurudu ve yerini acılara bıraktı. Kalbim şu anda deniz kadar engin, fakat kıyıları tuzlu, dalgaları da acı.
Ve yine içimden ona,
-Sevgi nedir? diye sordumsa da cevap alamadım.
Kalbime " Sevgi nedir?" diye sordum. O da sessiz kalmayı yeğledi. Buna rağmen kalbim, acı dalgalı, tuzlu kıyılı bir deniz değil.
Salı;
Bugün kendime sordum;
-Ey nefsim, ne istiyorsun?
-Bilmek istiyorum.
-Neyi bilmek istiyorsun?
-Herşeyi.
-Niye her şeyi öğrenmek istiyorsun?
-Her şeyden azade olmak istiyorum.
-Bilgisiz özgürlük olmaz mı?
-Tam aksine, kölelik olur.
-Özgürlüksüz hayat olmaz mı?
-Ölüm olur.
Çarşamba;
Verimli bir sessizlik
Perşembe;
Kupkuru bir sessizlik
Cuma;
Endişeli bir sessizlik
Mihail Nuayme
Fotoğraflar; Mario Giacomelli
sanem uçar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır