11 Aralık 2011 Pazar
Der Himmel über Berlin
İzlediğim filmler arasında bende derin etkiler bırakan filmlerden biri de Der Himmel über Berlin'dir. 1987 Almanya -Fransa ortak yapımı olan film şiirsel anlatımıyla gerçekten büyüleyicidir. Bizler filmi 1989 yılında 8. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında ilk kez izledik.
Yeni Alman sinemasının öncü yönetmenlerinden Wim Wenders filmin yapımcılığını da üstlenmiştir. Eğer Rilke seviyorsanız bu filmi sevmeme ihtimaliniz yoktur. Çünkü film onun şiirlerinden esintiler taşır.
Film siyah beyaz olmakla birlikte kısmen renkli görüntüler de vardır. Berlin şehrinde diğer insanların görüp işitmediği , sadece çocukların görebildiği Damiel ve Cassiel bir melek olarak çevrelerini ve insanları gözlemektedir.Çok uzun zamandan beri hatta zamanın başlamasıyla birlikte gökyüzünde bir yerdedirler. Doğal olarak çağlar boyunca insanların değişimlerine tanıklık ederken hiç bir müdahale de bulunmamaktadırlar.
Yeryüzünde insanların davranışlarını ve düşüncelerini takip ederken bazen de insanlara moral ve destek verirler.Ancak bu insanların hiç farkında olmadan gerçekleşen eylemlerdir.
Aşağıda ise Marion adındaki trapez yıldızı hüzünlü ve mutsuz olduğu zamanlarda bile kendini teskin edebilen, intihar etmek isterken dahi yaşamak için kendince geçerli sebepler üretebilen özellikleriyle bu meleklerden Damiel in ilgisini çeker ve ona aşık olur.
Bu aşamadan sonra var oluşunu sorgulamaya başlar.Marion’a aşık olan Damiel için artık insan olabilmek için varoluşundan beri dünyanın gelişimine tanıklık eden görevinden bir nevi istifa etme düşüncesi ortaya çıkar.
Filmde özellikle görüntülerden de söz etmek gerekiyor. Evet film siyah beyaz başlarken bazı sahnelerde filmin renklenmesi yönetmenin vermek istediği duygu ve düşünceyle öylesine güzel örtüşüyor ki, yalnızlık, acı ,hüzün ve özgürlük gibi kavramları bir kez daha sorguluyorsunuz.
Film; 17 Mayıs 1987'de ilk gösteriminin yapıldığı Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülüne aday gösterilmiş, Wim Wenders bu festivalde "en iyi yönetmen"ödülünü almıştı.BAFTA ödülüne de aday gösterilen film çeşitli yarışma ve festivallerde 15 ödül daha kazanmıştır.
Filmde ara sıra dış ses olarak duyulan Çocukluk şarkısı adlı şiirde oyun yazarı Peter Handke tarafından yazılmıştır.
Çocuk çocukken bir keresinde
yabancı bir yatakta uyandı...
...ve şimdi hep tekrar uyanıyor.
Bütün insanlar güzel görünürdü,
şimdi ise sadece bazen.
Cenneti gözünün önüne getirebiliyordu,
şimdi ise tahmin ediyor.
Hiçliği düşünemezdi...
bugün ise ürküyor.
Çocuk çocukken zevkle oyun oynardı.
Şimdi ise ancak iş yapınca
yoğunlaşabiliyor.
Buraya ilk gelişimizi hatırlıyor musun?
Tarih henüz başlamamıştı.
Sabah ve akşam oluyordu.
Biz sadece ne olacağını
beklemekle geçiriyorduk.
Nehrin yatağını bulması uzun sürdü.
Duran suyun akmaya
başlaması uzun sürmüştü.
Ezeli akan derenin yatağı.
Hatırlıyorum da bir gün,
bir buzul burada doğurmuştu ve
buzdağları kuzeye yelken açmıştı.
Bir keresinde de yeşil yaprakları...
ve üzerinde boş bir kuş yuvası olan
bir ağaç sürükleniyordu akan suda.
Yıllarca sadece balıklar atlamıştı.
Sonra arı topluluğunun
boğulduğu an geldi.
Daha sonra iki geyik güreşmişti.
Sonra sinek ve boynuz bulutu...
...dallar gibi önümüzden akmıştı.
Yerinden doğrulan hep otlar olurdu.
Yabani kedilerin, yabani domuzların,
ve manda leşlerinin
üzerinde büyürlerdi.
Hatırlıyor musun, çayırların arasından,
bir sabah bizim uzun
zamandır beklediğimiz...
...iki ayaklı suretimiz çıkmıştı.
Alnına otlar yapışmıştı ve
ilk çıkardığı ses bir nida olmuştu.
Ne demişti "ah" mı,
"oh" mu, yoksa "of" mu?
Yoksa sadece bir inleme miydi?
Nihayet ilk defa
bu insanlara gülebilmiştik.
O nidadan ve sonradan gelenlerin...
...sesleriyle konuşmayı öğrenmiştik.
Çok uzun bir hikaye.
Yukarıda gökyüzünde güneş,
şimşekler, gök gürültüsü.
Aşağıda yeryüzünde ise
ateş yerleri, zıplamalar
daire biçiminde danslar,
semboller ve yazı.
Sonra birisi çemberi kırıp
dümdüz koşmaya başladı.
O öylece dümdüz koşarken...
ve bazen de belki
eğriler çizerken
çok hür görünüyordu ve
biz yine ona gülebiliyorduk.
Ama sonra birden bire
zikzaklar çizerek koştu.
Taşlar uçmaya başladı.
Onun kaçışıyla başka
bir tarih başladı;
Savaşların tarihi.
Hala devam ediyor.
Ama ilk tarih de devam ediyor.
Otların, güneşin, zıplamaların,
nidaların tarihi hala sürüyor.
Hatırlıyor musun, bir gün
şuradaki asfaltı açmışlardı.
Ertesi gün Napolyon'un
geri çekilişi başlamıştı.
Bir sonraki gün
tekrar asfalt kaplanmıştı.
Bugün o izlerin üzerini,
eski bir Roma yolu gibi otlar bürüdü.
Peki ya tank izleri?
Biz seyirci bile değildik,
bunun için sayımız hep çok az oldu.
- Gerçekten istiyor musun?
- Evet.
Kendi tarihimi kazanmak istiyorum.
Zamansızlıktan aşağıya
bakışımdan bildiklerim.
Ani bir görüntüye dayanmaya,
ani bir çığlığı bastırmaya,
ani bir kokuya dönüşüyor.
Yeterince uzun
zamandır burada yoktum.
Dünyanın dışındaydım.
Haydi bakalım,
dünya tarihinin içine.
Veya eline sadece bir elma al.
Bak, suyun üstündeki tüye,
kayboldu bile.
Bak asfaltın üstündeki fren izlerine.
Ve şimdi şu izmarit,
nasıl yuvarlanıyor.
Erken kabaran derenin kuruması...
ve bugünün yağmur
birikintilerinin titremesi.
Dünyadan çıkıp dünyanın
arkasına geçmek.
İlginç bir çizim bir sorunu.
Eski insanlardan duyduğum,
ancak bugün anlayabildiğim bir deyiş var.
"Ya şimdi ya hiç" geçit anları.
Ama başka karşı kıyı olmayacak.
Geçit, suda olduğumuz müddetçe vardır.
Haydi, zamanın ve
ölümün geçidine girelim.
Biz doğmamışların gözlem
yerinden aşağıya.
Seyretmek, aşağı bakmak değildir.
Göz hizasında gerçekleşir.
Ve sizin
Zamanı, tanıyamayacak
kadar çok renginiz var.
Gerçekten çok usta bir yönetmen Wenders. Ulusal kimlik arayışının ötesinde kent mekanları, etik bir davranış ve estetikle birleşerek mükemmel bir öykücü haline getirir yönetmeni. Ve bu film sadece Almanya 'nın değil, tüm dünyada gittikçe yalnızlaşan modern kentin insanlarının hikayesidir.
sanem uçar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
canımcım dolandagel için ben hazırlayacağım bunu mutlaka.. anlatacak paylaşacak bir hikayemle birlikte.. sadece az zaman.. sevgiler.. kocaman..
YanıtlaSilzaman senin, hiç acelem yok:)
YanıtlaSil