23 Nisan 2012 Pazartesi
Tanrıyla Bahis-Cengiz Varlı
Herkesin kendine özgü bir okuma serüveni vardır. Geçmişe dönüp okuma serüvenimi irdelediğim zaman, bazı soruların yanıtını bilmiyorum. Örneğin ilk okuduğum kitap neydi? Keşke bu sorunun yanıtı verebilsem, yıllar sonra merak ettiğim bir soruya nasıl ve neden dönüştü onu da bilmiyorum.
Ama kitap okuma serüvenimin başlamasıyla birlikte ne kadar çoğaldığımı ve dünyaya açılan penceremden harika manzaralar gördüğümü çok iyi biliyorum. Bu okuma serüvenimin başlamasında en önemli rolü oynayan, sürekli okurken hatırladığım babamı ise asla unutmayacağım.
Edebiyat türleri arasında hiç bir ayrım yapmadan her türü iyi yazıldığı sürece severek okudum. Bu anlamda bilinen isimler benim de dünyamda yer alırken hiç tanımadığım yazarları da okuma ve tanıma gibi bir gayret içinde olduğumu da eklemeliyim. Bazen bilinen isimler bende hayal kırıklığı yaratırken, hiç tanımadığım isimler çok farklı tatlar bırakmıştır .
Cengiz Varlı'da aslında hem tanıdığım hemde tanımadığım isimlerden biri.
Yok çelişkili bir cümle değil bu aslında. Ben sanatın hangi alanı olursa olsun sanatçıya ait eserlerin sanatçıyı yansıttığını ve ondan izler taşıdığını düşünmüşümdür. Cengiz Varlı ya ait en güzel eserlerden biriyle yıllarca birlikte çalıştım. Dostum diyebileceğim ender insanlardan birinin babasıdır Cengiz Varlı.
Öylesine muhteşem bir eserdir ki benim sevgili dostum, gerek mesleğini ortaya koyarken yansıttığı ışık, insan olarak dünyaya bakışındaki parıltı, kısacası herşeyiyle bu dünyada iyi ki var dediğim ender insanlardan biridir. Böyle bir evlat yetiştirebilen bir baba tanımadığım biri olamaz doğal olarak. Cengiz Varlı 2011 yılında bu yaşta kimsenin cesaret edemediği bir şeye cesaret ederek yaşadıklarından yola çıkarak hayal dünyasıyla bezediği cümlelerini bir roman haline getirip Tanrıyla Bahis adlı romanını piyasaya sürdüğünde bayram sevinci yaşandı doğal olarak.
Bir solukta okuduğum romanlardan biriydi açıkcası. Çok fazla bilim kurgu romanı okumayan ama bilim kurguyu hayal dünyasının zenginliği açısından önemseyen ben için Tanrıyla Bahis oldukça değişik romanlardan biriydi. Bilim kurgu tarzında bir roman olmasına rağmen öylesine tanıdık olaylar örgüsüyle iç içeydiki bu kurgu bence mükemmel düşünülmüş bir biçimdi benim için. Masal içinde masal gibi algıladığım bu roman bir insana ait hayal gücünün zenginliğini de içinde barındırmasıyla yüzümde tebessümü de yerleştirmişti. Hayal dünyasının zenginliğinde dolanırken düşündürmeyi de ihmal etmeyen yanını da eklemeden geçemeyeceğim.
Tanrıyla Bahis adlı roman Cengiz Varlı'nın ilk romanı olmasına rağmen romanı bilenler için devamını bekleme romanıydı da aynı zamanda. Önümüzdeki günlerde bu romanın devamı niteliğindeki ikinci romanına kavuşacak okurlar. Bu arada henüz piyasa ya sürülmeden ben ikinci romanın henüz yayınlanmamış halini okuduğumu ve çok sevdiğimi de eklemeliyim.
Gerçekten bu sıradışı kişiyi tanıtmak isterim. Ama bunu yaparken Cengiz Varlı'nın cümleriyle bunu yapmak istiyorum. Bir yazma serüveninin son derece güzel bir anlatımı bu.
Buyrun;
1940 Yılında Ardahan'da doğdum. Dengeli bir çocukluk geçirdim. Dengeli derken, hem çevremin, tabiatın içinde oldum, hem de 2.sınıfta tanıştığım kitap okuma şansımı hep kullanır oldum. İlk okuduğum kitap , o zamanlar bizim oralara gelen sergici kitapçılardan aldığım Kerem ile Aslı, Aşık Garip, Arzu ile Kamber gibi halk hikayeleriydi. Daha sonra Hz. Ali'nin kahramanlık menkibeleri elime geçti.
Kitap okuma alışkanlığım yüzünden, bir ara sınıfımızda bulunan küçük kütüphanenin sorumlusu olmam, bana daha çok kitaba ulaşma imkanı verdi. Bu dönemde Jules Verne'nin kurgu bilim kitaplarını, Robenson Cruzeo gibi kitapları okudum. Ortaokul döneminde, Siyasal Bilgilerde okuyan bir akrabam beni Türk Romanları ile tanıştırdı: Kerime Nadir, Abdullah Ziya Kozanoğlu , Cingöz Recai romanlarını bu dönemde okudum. Lise yıllarında ise daha ciddi kitaplarlarla tanıştım. Suç ve Ceza'yı birkaç defa okudum. O yıllarda favori yazarlarım John Steinback ve Dostoyevsky'di. Yine Lise yıllarımda daha çok yaz tatillerinde, İlyada'yı hep geriden gelerek birkaç defa okudum. Üniversite yıllarımda, Laleli'de kaldığım ilk iki yıl, boş zamanlarım da Beyazıt Kütüphanesi giderdim...
Orada kütüphaneye gelen üniversitelilerin çoğu ders çalışırken ben , elime geçmediği için okuma fırsatı bulamadığım Reşat Nuri, Halit Ziya Uşaklıgil, Refik Halit Karay ,Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi yazarlarızın eserlerini bu kütüphanede okudum. Daha sonraki yıllarda derslerin ağırlığı, ve mezuniyetten sonra atıldığım iş hayatımdaki koşuşturmalı dönemde daha çok dinlendirme gayesiyle, daha hafif macera, polisiye ve bilim kurgu romanlarına yöneldim. Ama bir süre sonra, Isaac Asimov ve Artur C. Clark gibi yazarları tanıdıkça bilim kurgunun sadece teknik hayallerle maceranın harmanlanması olmadığını, bu romanlarda, hayal gücü yanında , insanın ve hayatın iyi tanımlanmış olduğunu belirli bir edebi birikimi de yansıttığını gördüm. Sevdiğim bir şarkının beste ve güfte yazarına veya sevdiğim bir şiirin şairine duyduğum hayranlık ve gıptayı bu yazarlara karşı da duydum.
Buraya kadar anlattıklarımdan, normal üstü kitap okuduğum gibi bir anlam çıkmasın. Benden daha çok , hem de not alarak , altını çizerek okuyan arkadaşlarım vardı, binlerce başkaları da var şüphesiz...
Demek istediğim, kitaplarla dostluğum vardır ve onlar hep hayatımın içindeydiler.
Ancak şunu belitmeliyim ki hayal dünyamın gelişmesinde , okuduğum kitaplar tek etmen değildir. Ardahan'da kışlar soğuk , karlı ve uzun geçer. Radyonun ve elektriğin olmadığı o uzun gecelerde, yakın komşular akrabalar birisinin evinde toplanır dışarda kar fırtınası uğuldarken, bir taraftan çaylar içilir, odun sobası fırınında pişirilmiş patatesler yenilirken, bir sürü kurtlu, cinli, hortlaklı hikayeler anlatılır, anlatanlar şahitler tutarak anlattığı hikayelerin doğruluğunu ispat etmeye çalışırdı.
Sadece biz çocuklar değil büyüklerde bu hikayelerden çok etkilenirdi. Bu toplantılarda babamın anlattığı 1917 Bolşevik devriminin Ahıska'daki bazen komik, bazen trajik uygulamaları, bütün varlıklarının peyderpey ellerinden alınması, "seslerinin alınması" (burjuva oldukları için her türlü vatandaşlık haklarının ellerinden alınması, devlet satış kooperatiflerinde ancak altın vererek aldıkları kuponlarla mal alabilmeleri), en sonunda da , ödemeye nahkum edildikleri büyük bir vergi borcu bahanesiyle Sibirya'ya (bellki Kulag adalarına) sürgün edilmeleri tehlikesi çıkınca, mahalli idaredeki eski dostları bir memurun ısrarlı ikazı ile bir gece çok maceralı bir yolculuktan sonra Kemaliste (Türkiye'ye) kaçış hikayeleri bitmez tükenmez bir konu kaynağıydı. Hele bu kaçış gecesi, (1935 Eylul) Stalin'e hitaben yazıp bıraktıkları mektup beni dehşet içinde bırakmıştı. Çünkü büyük amcam, köpekleri Kibar'ı uzun bir zincirle büyük odanın ortasındaki taş sutuna bağlayıp bir de mektup yapıştırıyor sütuna...
Mektubun sonu şöyle bitiyor: "Stalin Yoldaş! Bize saldığın uyduruk vergiyi ,sana bıraktığımız köpeğimiz Kibar'dan al".
Bu hikayeleri o kadar çok dinledim ki hepsini ezberlemiştim. Çocukluğumdan beri yazmak istediğim asıl bu hikayelerdi. Ama hiç fırsat bulamadım.
Diğer hayal kaynağım Ardahan'ın kendisiydi. İlkokul yıllarında, yaz tatilinde, diğer arkadaşlarım gibi tam başıboş değildim. Sabahları erken kalkıp eve ekmeği aldıktan sonra, acele bir kahvaltı ile oltamı alıp köprübaşına koşardım. O yıllarda daha misina olmadığı için dikiş ipliğini mumlayıp toplu iğneden yaptığımız mantarlı oltalarla Kura nehrinde balık avlmaya çalışırdık.. Sonraları misana ve çengelli oltalarımız da oldu. Tuttuğumuz hamsi büyüklüğünde ki balıkları, annelerimiz pişirmediği için suyun kenarında yaptığımız küçük havuzlarda biriktirir bir iki saat sonra da bayılmış ve ölmüş balıkları kuyruğundan tutup başımızın üzerinden çevirirken " azat tuzat gel beni cennet kapısında gözet" diyerek suya atardık. Bu azat-tuzat sayesinde büyük sevap kazanacağımıza inanırdık. Daha sonra suda yüzerdik, bazan evden getirdiğimiz çamaşır teknelerine bir miktar çamur koyup, tekneleri kayık gibi kullanarak "çamur savaşı" yapardık. Orta okul yıllarında ise balık tutma yüzme yanında çevre keşfine gidecek kadar cesaretlenmiştik.
Özellikle Kayabaşı gezileri heyecan vericiydi. Kayabaşı, Ardahan Kalesinin bir ucunda kurulduğu derin bir uçurumdur; dibinden Kura nehri akar.Yukarıdan, su kenarına inen patikalar yapılmıştır. Uçurumun dibinde ve yukarılarda birçok mağara ve küçük sekiler (teraslar) vardır. Bu üst sekilere çıkmak herkesin harcı değildi. mahallenin abileri buralarda sigara içer ve kumar oynarlardı. Kayabaşının bana en heyean verici tarafı, kollarımızı açıp kayaya yapışarak yüreğimiz ağzımızda, küçük küçük yan adımlarla bu patika bile denilemez izlerden bu mağara ve sekilere ulaşmak değildi...
Beni, daha çok heyecanlandırıp hayallerimi kanatlandıran şey, bazı düz parlak kayalara Rus alfabesi ile ile renkli boyalarla gayet düzgün şekilde yazılmış yazılardı. Bu yazıların bazıları birkaç kelime bazıları ise daha uzundu. Sanki bir şiir gibi... Bu yazıları, işgal döneminde yurt ve sevgili hasreti çeken Rus askerlerinin yazdığı belliydi. Çünkü üçurumun karşı kıyasında, Rusların yaptığı askeri kışlalar vardı. O zaman bu yazıların her biri aşk, hasretlik ve gurbet acıları ile karışık hikayeler çağrıştırırdı kafamda. Arkadaşlarım ise bu yazılarla ilgilenmez, hepsi benden daha usta oldukları için en tehlikeli yarıklara girer, patikalarda cambazlık yaparlardı. Çünkü onlar buralarda daha çok dolaşırlarken ben zamanımın bir kısmını da babamın dükkanında geçirmek zorundaydım. Ancak ikindiye doğru izin saatim gelince, bisikletimi alıp çıkardım.
Ardahan'da o dönemde bisikleri olan bir kaç çocuktan biriydim ve en güzel bisikletinde benimki olduğuna inanırdım. Bisikletim benim hem arkadaşım hem de hayal kurma mekanımlarımdan biri idi. Civar köy yollarında keşifler yapar, bu arada hayaller kurardım. Yorulunca tekrar dükkana gelirdim...
Bu sıralarda dükkana pek gelen giden olmadığından en iyi kitap okuma fırsatını o zaman bulurdum. Çünkü ikindiden sonra, sıralarda, civar kasaba ve köylerden gelenler alışverişlerini bitirip dönmüş oldukları için Ardahan çarşısı tenhalaşırdı. Babam ve arkadaşları yan kahvede veya dükkanın önünde şamatayla tavla oynarken dükkan bana kalırdı...
Ne var ki oyun ve macera arkadaşlarımdan orta okul yıllarında yavaş yavaş koptum. Zaten hiç birisi okul arkadaşım değildi...
Bu arkadaşlarımdan birisi ile son maceram, Ardahan'ın 5 km kadar kuzeyinde bulunan Ramazan Tepesi'nde ki eski topçu tabyasına yaptığımız gezi idi. Bu geziyi, Bursa Erkek Lisesi'ndeki ilk aylarda bir kompozizyon ödevi olarak biraz da hayal katarak anlatmam bana hem 10 notu kazandırdı, hem de beni Türkiye'nin uzak bir köşesinden gelmiş garip bir öğrenci pozisyonundan bütün öğretmenlerin dikkatini çeken,boyu ve cesareti bir anda bir karış artmış bir öğrenci durumuna getirdi. O hızla, bütün lise hayatım boyunca her zaman sınıfın en iyilerinden biri oldum.
1963 yılında İTÜ makina fakültesinden mezun olduktan sonra iş hayatına hemen atıldım. Askerlikten önce bir anda Kars vilayetinin Bayındırlık Müdürlüğü görevi üstümde kaldı. Çok koşturmalı yıllardı. Bu yıllarda evlendim .Kitaplardan en çok uzak kaldığım dönem bu dönemdi.
1966'nın sonunda askere giderek, 1968 ekim ayında terhis oldum. Terhisten sonra yine iş hayatına atıldım. 1995'in sonuna kadar müteahhit olarak Türkye'nin her tarafında okul, fabrika, resmi bina yol sulama inşaatı yaptım. Dağlarda çok yalnız kaldım, kömür sondajı yaptırdım. Özellikle kömür arama ve kazı yapma dönemlerinde, herkes kazılarda define hayali kurarken, ben kaybolmuş medeniyetlere ait bir bulgu hayal ederdim.
1997den sonra yurt dışında iş takibi dönemlerinde, hayatımın ilk boş zamanlarını yakaladım. Çünkü o zamanlar gerek Sovyetlerden ayrılan Türk cumhuriyetlerde, gerek Rusya'da , bürokrasi tam oturmamıştı. Basit bir evrakın cevabı on – onbeş günde alınamıyordu ki müteakip prosedurler yürüsün. Neticede ortaya pek çok boş zaman çıkıyordu. İşte bu boş zamanlarımda gençlik, hatta çocukluk yıllarımda hayalini kurduğum babamların Ahıska ve kaçış hikayesine başladım. Olayın kahramanı, ihtilal yıllarında Ardahan'da görevli bir Rus teğmeni ve ve hayatını birçok defa Ermeni komitacılarından kurtaran, araba ve zankasının (at kızağı) Türk sürücüsünün kızı Sona'yla aşkı idi. Ben (hikayenin anlatıcısı) bu aşkı mağaralardaki yazılardan keşfetmiştim... Teğmenin yolu, peşinde Ermeni komitacılar varken Ahıska- Hırtız'a düşer. Hırtız Ahıska'nın nahiyelerinden birisidir ve babamın ailesi Hırtızın önde gelen eşrafından birisidir. Bu teğmenin hikayesi de , ailenin anıları içerisinde yer alır. Ben (hikaye anlatıcısı) bu ilişkinin diğer ucunu, 1990'lı yılların sonuna doğru Moskova'da tesadüfen yakalarım v.s...
Ancak bu hikaye ilerleyemedi. Çünkü, 1917-18 de Ardahan birkaç defa Osmanlı, Ermeni ve Gürcülerin arasında el değiştirdi. İhtilalden sonra Rus ordusu çekilince silahları Ermeni ve Gürcülerin eline geçer. Ermeniler dehşet saçmaya başlayınca, Ardahan'da Kurtuluş Savaşımızın ilk direniş örgütü olan "Ardahan ve Çevresi Milli Şura Hükümeti Kuruldu". Mondros mütarekesinden sonra Ardahan'a gelen bir İngiliz birliği hükümeti dağıtarak başkan ve üyelerini tutukladı... Ancak bu yüzeysel bilgileri detaylandırmam lazımdı... Araştırma için zamana ihtiyacım vardı.
Onun için bu hikaye ilerleyemeyince, diğer projem olan "Buzul Çağında Dünya'dan Göç" ile ilgili hikayeye başladım. Zaten ilk ismi de GÖÇ idi. Sonradan ismini değiştirerek "Tanrı'la Bahis" koydum.
Şimdi Tanrı'yla bahis 'in ikinci kıtabı olan "Tanrı'yla Bahis- Anafor" da bitti.
Ardahan'ın yakın tarihine ait araştırmaları bitirince , yukarıda bahsettiğim şimdilik isimsiz hikayeme devam edeceğim...
Yeterli zaman bulabilirsem...
Cengiz Varlı
Yeterli zamanın olacağına inanıyorum, olmalı... Çünkü sözlü edebiyatımız çoktan yok oldu. Sözlü edebiyatın yazıya dönüştüğü dönemleri çoktan yitirdik ve yaşadığımız dünyada bu sözlü edebiyattan aklımızda kalanların farklı bir şekilde bizlere sunanlara olan ihtiyacımız hiç bitmeyecek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Tanrı'yla Bahis'in ilk cildini severek okumuş ve ikinci kitabı heyecanla bekliyodum..Bu güzel haber için teşekkürler ...Narine ve onun insanlarını çok merak ediyorum ve Dünya'da bizi nası bi gelecek bekliyo acaba? Ben hep kötümser tahminler yapıyorum. Fakat yazarımızın iyimser yaratıcı ve şaşırtıcı olduğu kadar ah keşke dedirten harika fikirlerini merak ediyorum
YanıtlaSil