19 Mayıs 2012 Cumartesi

Hamburg Şahane Bir Şehir




Uzun yıllar yaptığım müzik eğitimciliği hayatımda kuşkusuz çalıştığım bir çok okul oldu. Açıkcası hepsi benim için ayrı konularda önemli olup asla unutmayacağım onlarca anılarla süslüdür. Kuşkusuz bu anıların baş kahramanları daima öğrenciler olmasına karşın, beraber çalıştığım meslekdaşlarımda unutulacak gibi değildir.

Özellikle uzun yıllar çalıştığım M. Anadolu Lisesi benim açımdan unutulacak bir okul değildir. Henüz Anadolu Liselerinin ruhu kaybolmamışken ilkokuldan sonra mezun olan iki şubeli bir okul olarak toplam 60 öğrenciyle eğitim öğretim yılına başlayan okulumuzda uzay üssü alfa modunda bir duyguyla başlangıç yapmıştık. Yani ülkemizde bir sınıfta okulumuzdaki toplam öğrenciyle ders yapmaya alışmış bizler için koskoca okulun içersinde 60 öğrenciyle birlikte olmak inanılmaz bir duyguydu. Gerçi bu okul içinde hiç bir şeyi barındırmayan sadece sıra ve masalardan oluşmuş bir bina olmasına rağmen 60 öğrencinin anne ve babasıyla birlikte çocukların geleceği için gerekli olan her türlü donanımı sağlamak üzere verdiğimiz mücadele de ister istemez öğrenci-veli- öğretmen üçgeninde harika duyguların yaşanmasına sebep olmuştur.

Gerçekten bu öğrenciler, öğrenci kimliğinin dışında bizlerin de çocuklarıydı. Yedi yıl boyunca onların büyümesini izlerken eklenen diğer öğrencilerle kalabalıklaşırken bile kazandığımız alışkanlıklarla farklı bir öğretmen -öğrenci ilişkisi yaşadığımızı söylemeliyim ve doğru olanı yaptığımızı da.

Bir çok ilki bu öğrencilerimizle hemde aynı öğretmen kadrosuyla gerçekleştirdik. Öğrencilerimizin bugün gelinen noktada çok başarılı olduklarını görmek onlar adına duyulan mutluluğu içinde barındırsa bile özellikle bir kaç arkadaşımla farklı bir arkadaşlık içersinde olmamızı da sağladığından bu okul bizlerin yaşantısında en büyük kazancımızdır.

Öğrencilerin birey olmasında sanatın önemini bildiğimizden karşımıza çıkabilecek her türlü zorluğu yenmek üzere çıktığımız yolda müzikten tiyatroya kadar çok önemli çalışmalar yaptığımızı söyleyebilirim. Müzikte başarılar kazanmak bana göre çok zor olmasa da çünkü en azından bu branşta öğretmene sahiptiler ama tiyatro alanında da başarılar kazanması bence en büyük başarılarından biridir. Sadece tiyatro severdik ancak bu sanat dalıyla ilgili en ufak bir bilgi birikimine sahip değildik. Buna rağmen William Shakespeare'den oyunlar sahneledik. Unutamadığımız oyunlardan biride Peter Shaffer'in Karanlıkta Komedi adlı oyunudur.

Sevgili arkadaşım Handan bu oyunda yönetmen olarak harikalar yaratmıştır. Kuşkusuz öğrencilerimiz inanılmaz yetenekliydi ama onları bu anlamda yönlendirmek ve ortaya bir şey koyabilmek küçümsenecek bir başarı değildir. Hangi alan olursa olsun bir araya gelerek konuyla ilgili kişiyle kenetlenmekte bizim en belirgin özelliklerimizden biriydi. Bu kenetlenme işinde yine sevgili arkadaşımız Nihal'in payı da unutulacak gibi değildir.

Aradan onca zaman geçmesine rağmen geçmişe baktığımızda bizleri üzecek bir kaç anı olmasına rağmen kahkahalarla güldüğümüz anıların fazlalığı karakter olarakta "ben " duygusundan arınmış bir kimliğe mümkün olduğunca uzak oluşumuz, farkında olmadığımız özelliklerimizinde ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bizler gelişmeyi bireysel bir olgu gibi algılamanın ötesinde gelişmenin aynı zamanda farklı yapıları kabul etmek olduğunu bilip değişmeyle doğru orantılı bir seyir izlediğini de öğretmenliğimiz süresince öğrencilerimizle birlikte öğrendik.

Hep doğru işler yapmadık, yanlışlarımızda oldu kuşkusuz ama yanlışlarımızı fark edip değişme ve değişimin gelişmeye doğru yol alabilmesi için paylaşımın mutlaka olması gerektiğine inandığımızdan daha çok mutlu olduk.

Handan ve Nihal bana göre yeryüzüne gelmiş en ilginç kişilerdir. Yani bir meyhaneye gidip içmek için ne istediğimizi soran bir garsona "çay diye yanıt verebilen tek kişi sanırım Handan'dır. Seneler öncesine ait bu anı yüzünden hala dilimizde dolanan muhabbete şimdiye kadar "ya yeter artık "dediğini duymuşluğumuz yoktur örneğin. Nihal ise özellikle çok önemli toplantılarda asla yan yana oturmak istemediğim halde yanyana düşmemiz sebebiyle o hiç renk vermezken benim gülmekten çatlamamak için masaların altına kaçma anları yaratıp her toplantıda en az bir kilo vermeme sebep olan arkadaşlarımdan biridir. Doğuştan taşıdığı komedyen unsurları sebebiyle kahkaha makinamızdır.

Bir araya geldiğimizde Karanlıkta Komediyi bile geride bırakacak anlar yaşarız. Bu oyunu Handan'ın yönetmenliğinde sergilediğimizde tüm öğrencilerimiz yıldızlaşırken içlerinden biri gerçekten bu işi devam ettireceğinin müjdesini bizlere veriyordu. Sevgili Ceyhun şu anda Yıldız Teknik Üniversitesinde öğrenimine devam ederken okulunun tiyatro klübünde de tiyatroyla olan ilişkisine devam ediyor. Dün ise bir zamanlar öğrenci olarak rol aldığı bu oyunda yönetmen olarak aynı oyunu sergilediğinden ve bizleri de davet ettiğinden Handan Nihal ve ben bu çok sevdiğimiz öğrencimizin oyununa gitmeye karar verdik.

Sevgili arkadaşlarımla bu oyuna gitmek için evden çıktığımda pırıl pırıl güneş vardı hatta gözlüklerimi takıp arkadaşlarımın yanına gittiğimde meteorolojinin bazen işleri ne kadar abarttığını konuştuk birlikte.

Sağnak yağmur yağacakmış, hadi canım yani bu kadar da uzun boylu değil, pırıl pırıl güneş var, yağsa ne olur ,şekermiyiz ki eriyeceğiz şeklinde ki muhabbet devam ederken havanın gri renge bürünmesini güneş gözlüklerimin arkasından fark edemiyordum. Önce Beşiktaş Öğretmen evine gitmeye karar verdik. Çünkü Handan'ın kocası bizi orada bekliyordu. İyi de neredeydi bu Beşiktaş Öğretmen evi?

Beşiktaş Evlendirme Müdürlüğünün hemen karşısında olduğunu öğrendiğimizden sora sora Bağdat bulunurmuş misali Beşiktaş Evlendirme Müdürlüğüne doğru yol aldık. Hemen her noktada Beşiktaş Evlendirme Müdürlüğü nerede? diye sormayı ihmal etmiyorduk. Bir an için gerçekten asıl gideceğimiz hedefin öğretmen evi değil de Evlendirme Müdürlüğü olduğuna inanmıştık ki yemyeşil bir parkın içinde Beşiktaş Öğretmen evini bulduk.

Kış uzun sürdü biliyorsunuz, bıktık evlerde oturmaktan yemyeşil ağaçlarla süslü bu alanda yiyeceklerimizi ısmarlarken kendimizden geçmiş bir şekilde muhabbete daldığımızda yiyeceklerimizi getiren son derece kibar genç kız içeriye servis yapmanın daha doğru olacağını söylediğinde çok şaşırdık.

Ama niye?

Cevap basit aslında bizden başka herkes sağnak yağmura inanıyor ama biz inatla yağmurun yağmayacağını savunuyoruz. Öyle bir inanç ki bizdeki şemsiye bile almamışız bu sebeple yanımıza. Giyeceklerimizde uygun değil bu arada.

Tam o sırada gökyüzünden ilk damla burnumuza düşünce mecburen içeri geçtik ve tatlı tatlı yağan yağmuru izliyoruz yiyeceklerimizi yerken ve çaylarımızı yudumlarken. Biraz sonra duracaktır nasıl olsa ve biz yine yürüye yürüye yada bir taksiye binip sevgili öğrencimizin oyununu izlemeye gideceğiz.

Öyle bir hızlandı ki yağmur, bardaktan boşanırcasına deyimi yanlış bir deyim bu koşulda, varilden boşanırcasına, patır kütür seslerle . Bir anda ayaklarımızın yaş içinde kaldığını gördüğümüzde anında biriken yağmur sularının kapalı alana girerek bir nehir edasıyla ayaklarımızın altından akıp gitmesini şaşkınlıkla izledik bir süre. Bu tufanın en kısa zamanda biteceğini ummaktan başka yapacak bir şeyimiz olmamasından ayaklarımızın ıslanmasını önlemek için çareler aramanın telaşında yan masamızdaki kişilerin hala iskambil kağıtlarıyla oynadıkları oyunlarına takıldı bir anda gözlerimiz. Gerçekten Karanlıkta Komedi sadece sahnede değil her alanda sergileniyordu.

Ayaklarımızın altından gerçekten bir nehir geçiyordu ve şimdilik yüksekliği bileklerimize kadar olabilirdi ama "show must go on" du yani, hiç iskambil oyununa ara verilirmiydi? Öyle önemliydi ki üstelik, boğulmayabilirdik ama bir şekilde elektrik çarpması sonucu ölebilirdik bu sebeple özenle şalter indirilirken ellerdeki düzen asla bozulmayacaktı. Henüz hava kararmamıştı gün ışığıyla iskambil oynamanın ayaklarımızın altından geçen nehrin garip büyüsü ve dışarıdaki çatırtıların arasında devam etmesi bilmediğimiz bir romantizmin yada tutkunun ifadesiydi.

Hızını azaltan yağmuru fırsat bilip en azından bizi çıkış noktamız olan Karanlıkta Komedi adlı oyunu izlemeye götürecek alternatifleri arama telaşıyla merkeze yürüdüğümüzde gördüklerimiz dehşet vericiydi. Yağan yağmurla ıslanmaya devam ederken yolda bozulmuş arabalar ve suların nereden kopartıp getirdiğini bilmediğimiz taşlarla delik deşik olmuş yollarla asla ilerlemeyecek bir trafiğin içersinde taksi aramak gibi nafile bir çabayı fark ettiğimizde karşımızda duran migrostan en azından bir şemsiye almak için yöneldiğimizde oraya da girmenin olanaksız olduğu gördük. Çünkü dize kadar yükselmiş sularla içerdekiler tahliye edilmeyi beklerken halk eline geçirdiği kovalarla alt katları basan yağmur sularını ve beraberinde getirdiği çöpleri temizlemeye çalışıyordu.

Korkunç bir durum açıkcası. Sokağın tam ortasındaydık ve ıslanmadık bir yerimiz kalmamıştı. Hele ben yaz geliyor diye erkek gibi kısa kestirdiğim saçlarımla yetimhaneye yeni gönderilmiş zavallı bir çocuk görünümündeydim. Birisi çıkıp; "yağmur suları kulaklarıma giriyordu" dese saçmaladığını düşünürdüm ama kafamda ıslanmamış tek bir tel kalmamışken yağmur sularını bir de kulaklarımın içinde hissediyordum.Taksi bulma ümidini yitiren bizler yanımızda Handan'ın eşi olmasının verdiği güvenle otostop yapmaya karar verdik. Nereye gideceğimizi düşünmüyorduk, amaç artık eve gitmek olmaya başlamıştı ama en azından kafamızı sokabileceğimiz bir yere kadar gidebilmek ilk hedefti.

Normalde has bir laz uşağı olan sevgili Handan 'ın eşi bıçkın bir delikanlıdır. Yıllardır beraber olduğumuzdan nazımızın da geçtiği bu harika insan böyle şeylere pek izin vermez ama öylesine çaresizdik ki yapılacak başka bir şey yoktu. Onları bir saçak altına yerleştirip Nihal'le arayışa geçtik. Pek mahçup bir tavırla duran arabalara derdimizi anlatırken karşılaştığımız ret cevapları karşısında gittikçe acizleşmeye başlamıştık. Nihal'le çok farklı bir ilişkimiz daha vardır. Bazen hiç konuşmaya gerek duymadan aynı şeyleri görür ve göz göze geldiğimizde aynı duygu ve düşüncede olduğumuzu fark ederiz. İkimizinde arabadakilere; "yok bu bize uygun değil!" cümlesini kullandığımızı fark ettiğimizde yağmur altında kahkahalarla gülen iki kadın olarak başka bir komediyi oluşturuyorduk. Karnımızı tuta tuta Handanların yanına geldiğimizde yağmur altında böylesine niye güldüğümüzü soran Handan'a verilecek cevap hazırdı tabii. Sevgili eşi ıslanmışta olsa takım elbisesiyle yanına gözdesini almış, diğer iki elemanını işe göndermiş bir patron havasındaydı ve Nihal ; "patron işler kesat "dediğinde saçak altında kahkahalarla gülen dört kişi oluvermiştik.

Artık orada mahsur kaldığımızı kabul etmekten başka bir şey yoktu ve tüm dükkanlar sular altında kaldığından yağmurun hışmına çok fazla uğramamış bir pideciye kendimizi atıverdik. En azından artık ıslanmıyorduk ve içebileceğimiz sıcak şeyler mevcuttu, biraz olsun ısınabilirdik. Elektrikler gittiği için mum ışığında sıcak çaylarımızı içerken taş fırınları olduğundan karnımızı da doyurabileceğimizi fark ettik. İnanın insan her koşulda acıkabiliyor. Keyiflenmeye başlamıştık, bir pidecide mum ışında önümüzü görmeye çalışırken sırtımızı ısıtabileceğimiz bir yerde bulmuştuk üstelik. Taş fırının duvarına sırtımızı dayayarak ısınmaya çalışırken insanoğlunun rağmenlere rağmen verdiği mücadelenin farklı bir boyutuyduk.



İliğim, kemiğim ısındı.... Bu nasıl güzel bir cümle anlatamam.Ayaklarımız hala ıslaktı ama en azından sırtımız ısınmaya başlamıştı. Çok gelişmiş bir ülke olduğumuzdan telefon hatlarıyla bir anda başını gösteren olumsuzluk nedeniyle iletişimimizde kaybolmuştu. Hepimizin çocuğu çoluğu var, bir şekilde onlara ulaşmak bir amaçtı doğal olarak. Bereket kısa sürdü bu iletişimsizlik, işte tam o sırada sevgili abimden bir mesaj geldi;

"Hamburg şahane bir şehir"

Ana avrat düz giden bir mesaj almış olsam bu kadar etkileyici olmazdı. Biz Karanlıkta Komedi sergilerken, çocukluğumuzun yedi yılının geçtiği bir yerde nostaljik bir gezi yapıyor olması başka bir ortamda benim de mutluluğum olabilirdi ama bu sefer olmuyordu ya. Ne bilsin tabiki efsunlu kentteki tufanı ama zamanlama müthişti .

Karnımızı da doyurup çay üstüne çay içerek keyfimiz yerine gelmişken mutluluğu farklı bir şekilde açıklayan "Hamburg şahane bir şehir" cümlesi bu dörtlünün dağarcığına çoktan katılmıştı bile. Yaşanmışlıklardan çıkarak dilimize yerleşen bu yeni deyimi pek sevmiştik. Sevgili öğrencimiz Ceyhun'a bu kadar yakınken ve çıkış noktamız yine oyken ona ulaşamıyor olmamız farklı bir sızıydı ama yetişmek olanaksızdı. "Show must go on" du biz artık bulduğumuz ilk araçla uygun zamanda evlerimize gitmek zorundaydık. İşte bazen Hamburg şahane bir şehir olamıyordu.

Hayat biraz normale dönünce geri dönüş için arayışlara başladığımızda Taksim yazısını gördüğümüz otöbüs bizim için "Hamburg şahane bir şehir" haline geldi. Taksime gidip, milim milim de ilerlese Taksim-Bostancı hattındaki sarı dolmuşlara kendimizi attığımızda herşey çok daha "Hamburg şahane bir şehir" olacaktı. Bir ötöbüsü bu kadar çok sevebileceğimi asla düşünmemiştim. Sadece sırtımız değil bedenimizin heryerine bir sıcaklık yayılıyordu, biz çok mutluyduk ama diğer yolcular asık suratlarla yollarına devam ederken , otöbüsün Taksime gitmediğini öğrendiğimizde bir anlık şaşkınlığın ardından; nereye gidiyor? diye sorduk tabi. "Dikilitaş" yanıtı bize öyle garip geldiki sanki bu şehirde yaşayan kişiler biz değildik, şehrin tamamiyle yabancısı gibi aynı anda hepimiz Dikilitaş'ı Sultanahmet'teki Dikilitaş olarak algıladık. Yani Bostancıya gitmeyi hedeflerken bir de sultanahmet köftesi yemeye hiç niyetimiz yoktu zaten karnımızda aç değildi.

Camdan dışarı baktığımızda henüz tufan ortaya çıkmadan neşeyle geldiğimiz yoldan ilerlediğimizi görünce ta Sultanahmete gideceğimize inip yürüyerek geldiğimiz yere vardığımızda Yıldız Tekniğin tam karşısına gelmiş olacağımızdan Ceyhun'u da görebilme ihtimalimiz nedeniyle Handan'ın kocası Talha yı ciddiye almayarak, ki bilirsiniz üç kadın söz konusuyla bir erkek asla kadınlarla başa çıkamaz,otöbüsten indik.

"Ya bu Dikilitaş o Dikilitaş " değil cümlesini biraz sonra kavrayacaktık. Ama dışarıda öylesine güzel bir hava vardı ki, İstanbul'u İstanbul yapan kokuları duyabiliyorduk. Etrafa yayılmış toprak kokusuna iğde ağaçlarından yayılan muhteşem koku karışıyordu.

Mahşerin dört atlısı, İstanbul'un sokaklarıında hızlı adımlarla yürüyüş sporu yaparak hedefi Yıldız Teknik olarak belirledi. Tabiki geldiğimiz yolun çok dışında bir yolun içinde kendimizi bulduğumuzda hedefe öyle kilitlenmiştik ki kaygan zemin üzerinde Nihal'in arada sırada yaptığı Zeybek oyunuyla yürüyüşümüzün garip bir şekil alması bile bize engel olamayacaktı. Yani gerçekten bir insanın yolda yürürken düşme pozisyonu bu kadar mı Zeybek oyunu figürüne denk gelir anlayabilmek mümkün değildi. Ama kara görünecekti....



Yıdız Teknik Üniversitesi kampüsü içersinde C Blok Oğuz Atay sahnesi bir çok anlamda bizler için anlamlıydı bu sebeple kampüs içinde yaşayan kocaman köpeklerin bizi kovalıyor diye korkuyla savrulduğumuz yerden bir kedinin peşinde olmasını unutmaya çalışacağız yaşadığımız sürece. Hedefe kilitlenmeye çok az bir zaman kalmıştı ve oyun neredeyse bitmek üzereydi belki ama salonu dolduran gençleri görmek ise ayrı bir mutluluktu. Hamburg şahane bir şehirdi gerçekten.Sanatı yok etmeye karar vermiş bir zihniyete inat boş koltukların olmadığı bir salonda gençler "Karanlıkta Komediyi " sergiliyordu...

10 yorum:

  1. Bu muhteşem gece ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.Bizim birlikte olup, herhangi bir macerası olmayan anlar çok az olmuştur ama bu gece inanılmazdı.Defalarca"lanet olsun içimdeki sanat aşkına"diyerek neredeyse R.T.E ye hak verecek hale geldiğimize sanırım bizi tanıyan hiç kimse inanmaz.İnanmayın zaten her türlü engele,defalarca memleketimin toprğını öpmek üzere yere kapanmama(Zeybek)hatta neredeyse başka yollara düşmeye ramak kalmasına rağmen bu oyun izlenmeliydi.Ve izlendi ,görev başarıyla ama zaiyatla tamamlandı.Olsun sevgili öğrencimiz Ceyhun'un başarısını paylaşmak her şeye değerdi.Değdi de zaten ..Teşekkürler Ceyhun.Ama asıl teşekkür yıllardır hayatımın vazgeçilmez unsurları sevgili arkadaşlarım ,hayat durmak üzereyken bile biz birlikteysek herşey keyifli.Şu anda Cadde de yürüyüşte olmak yerine,battaniyenin altında iki büklüm yatıyor olabilirim ama ne önemi var "sanat ve dostluk kazansın"!Fakat yer yüzünde kaç kişi böyle en kötü durumları muhteşem bir komediye çevirebilir(hemde karanlıkta)biz çok şanslı bir azınlığız arkadaşlarım sizi çok seviyorum.Bu arada sevgili Talha bize katlanacak sabrı gösterdiğin için teşekkürler.(Sağol patron:))Handanım artık bizim için endişelebilirsin Hastayız!!!Sanemim kalemine sağlık :))))))))))))))

    YanıtlaSil
  2. Canım nihalim benim;

    Gerçekten bu son derece özel gecemizi elimizden geldiğince kısaltmaya çalıştım, bunu yapmak pek işime gelmese de bazı şeyler olduğu gibi aktarılmıyor bildiğin gibi.

    Sevgili Handan, üzerimizde bu yağmura dayanacak giysilerimiz olmadığı ve sırılsıklam olmamızdan dolayı üşüdüğümüzü görerek hastalanacağız diye endişe ederken, ana yiğitliği elden bırakmayan Nihal ve ben "yok canım ne üşümesi, ne var ki bu kadarcık ıslanmada" diyerek Handan'ın endişelerini yok etmeye çalışırken sabah kalktığımda dayak yemiş gibi üzerimde bir ağırlık varken ve vucuduma ait her yer yer ağrırken anayiğit davranamayacağız, sanatı kurtardık ama memleketi kurtaramıyoruz hastalığımız sebebiyle:))))

    Handan canımcığım; Mutlu olabilirsin ama aklın bu sefer kesin bizde kalmıştır. Ama emin ol, yarında bol limon ve vitamin takviyesiyle pazartesiye bomba gibi olacağımıza söz veriyoruz.

    Sizleri seviyorum kızlar:)))

    YanıtlaSil
  3. Ah Sanemim başımıza ne geldiyse bu anayiğitliğimizden değil mi?Ve de çok bilmişliğimizden, başımızda "bir bilen" ısrarla dikilitaş derken, hayır " çemberlitaş" tadında inat edip yola 1 saatlik sağlıklı yaşam için yürüyüş ekleyen biz bu sonu hak ettik .Patron haklı:)
    Bu arada yukarıda "adsız" olarak görülen yazı tamamen bana aittir.Adımı yazmamam mütevazıliğimden değil tamamen teknoloji özürümün sonucudur:))))Sevgiyle kalın.
    Nihal

    YanıtlaSil
  4. Dün gece gerçekten hala devam ediyor:)))Hasta hasta battaniyelerin altında kaldığımız yerden devam etmekte güzel, Handan keşfedecek burayı da umutla bekliyorum:)))))))))))))))

    YanıtlaSil
  5. İşte geldim. Burdayım! Canım arkadaşlarım, sizinle birlikteyken her trajedi bir komediye dönüşüyor. Normal her insanın sıkıntıyla yaşayacağı anları unutulmayacak zevkli anılara dönuşturebilecek başkalarını düşünemiyorum! Endişelenmemiz gerekirken anı sonuna kadar tadını çiıkararak yaşayabiliyoruz ya, işte bu bizi başka yapıyor! Talha bile durup durup" ya ne kadar eğlendik! " diyor hala... İstanbul yıkiliyormuş, biz sırılsıklam ortada kalmışız- ha bu arada Hamburg harika bir sehir!- umurumuzda değil. Onca yorgunluğa rağmen öğrencimizin oyununu seyretme azmimiz de bizi farklı yapıyor!( bazıları buna" tuhaf" diyor!)
    Şu an dizlerim sızlasa, ayaklarım öldüresiyece ağırsa da, planladığımız 19 Mayıs yürüyüşüne katılamasak da çok mutluyum. Sevgili ögrencim Ceyhun' la gurur duyuyorum. Onun tiyatro aşkının ilk kıvılcımlarını yakanlardan biriyim diye de mutluyum. Veee sizin gibi arkadaşlarım olduğu için de çok şanslıyım. Bizden daha çoook böyle macera çıkar!
    Sanem, aklıma gelmişken, Amasra- Safranbolu maceramızı da anlatsana....
    Hamburg harika bir şehir!

    YanıtlaSil
  6. Bir tanem benim;

    Evet en kısa zamanda birlikte yaşadığımız tüm maceraları kaleme almak gerek, onca yıl geçmesine rağmen aynı tazeliğini korurken, gittikçe daha da fazla komik olmaya başladık gibi geliyor bana. Kimileri buna "yaşlanmak" diyebilir ama Amasra_Safranbolu maceramız üzerine bir macera düşünemiyorum, sessiz bölgeye kahkaha rüzgarı getirmiştik ve de iyi yapmıştık:)

    YanıtlaSil
  7. Hanımlar geçmiş olsun da...çeyrek porsiyon arkadaşım; sele kapılıp gitmediğin için şanslısın.Ulu Zeus seni bize bağışladı..Bir şehirde yaşarken maceralar yaşamanın tadını en iyi çıkaranlardan birisi olmak,hele ki kalemi de sağlamsa..işte bizler de tatlı tatlı seni dinleriz:))İzmir'de sel yok ama tiyatro da yok arkidişim..N'psaz ki?

    YanıtlaSil
  8. İşte işin en acı tarafı da bu, sevdiğim ve benim için önemli olan diğer arkadaşlarımda İzmir de. Ya canım benim sizleri buraya alsak mı? Sonucu düşünemiyorum:)))

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır