3 Aralık 2012 Pazartesi

Yeniden Arabesk



Ülkemizdeki müzik gelişimini tarihsel gerçekleri bir kenara bırakarak değerlendirmek son derece sakıncalıdır. Daha önceden de ülkemizdeki özellikle çok sesli müziğin yerleştirilmesi anlamında bir çok şey paylaştım. Eğer özetleyecek olursam;

Hangi ulusa ait olursa olsun, öncelikle müziği tek sesli yada çok seslilik üzerine iyi yada kötü diye sınıflamak hatadır. Müzik tarihine baktığımızda çok sesliliğin ilkel izlerini  9. y. y  da görmemize rağmen kendi ülkemizde çok seslilik oldukça yakın bir tarihte kullanılmaya başlamıştır. Özellikle bu açığı kapatmak içinde zorlayıcı özelliklerin kullanıldığı ayrı bir gerçektir.

Müzik; üç temel özellik üzerine kurgulanmıştır. Ritim, melodi ve armoni. Bu üç temel özellik aslına bakarsanız bir icat değil bir keşif olan müzikte bir arada olduğu zaman bizlere keyifli anlar yaşatır. Doğanın bir şekilde taklidi olan müzik, doğaya da baktığımız zaman bu üç temel unsuru içinde barındırarak kendi doğal akışı içersinde kavgasız gürültüsüz  bir şekilde şekil bulurken söz konusu insan olduğunda büyük tartışmalara sebep olabilmektedir.

Ritim, doğanın ta kendisidir. Ritmin olmadığı bir alan gösteremezsiniz. Mevsimler, gece gündüz ilişkisi bile ritimsel bir döngü içersindeyken elinizi göğsünüzün sol tarafınıza koyduğunuzda kalbinizin ritimsel atışını duyabilirsiniz.

Melodi de doğanın hemen her alanındadır. Rüzgarın sesinde, yaprakların hışırtılarında, kuşların ötüşünde melodiyi duyabilirsiniz.

Tüm bu melodiler aynı anda kulağımıza ses olarak geldiğinde oluşan armoni ise doğanın içersinde kendimizi kaybetmemize ve iyi hissetmemize sebep olur.

İşte müzikte doğada var olan bu olguların çok daha sistemli ve kurallar içersinde bir amaç ve duyguyla birleşerek yapılmasından başka bir şey değildir.

İçinde bulunduğumuz coğrafya ,batı çok sesliliği çok uzun zamandan beri sistemleştirerek müziğine katmışken özellikle çok sesliliği fazla önemsemeden müzik yapan bir coğrafyadır. Çünkü müziklerinde duygu çok daha önem taşırken , kalıcı bir müzik yapmak niyetini hiç düşünmemiştir. Ve doğal olarak müziğinde kullanacağı çalgılar bile çok sesliliği içinde barındırmayan, ritmi ve melodiyi önemseyen yapı içersindedir. Bütün bunlar yaşama bakış açılarıyla doğru orantılı bir seyir izler.

İşte bu aşamada doğu müziği olarak adlandırılan coğrafyamıza ait müzikleri tek sesli olduğu için yargılamak, mahkum etmek ve ilkel bulmak gerçekten hatadır.

Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında, coğrafyasına ve felsefesine çok uygun olan bu müziklerimizi daha çağdaş hale getirebilmek için verilen çabalar doğru olmakla birlikte zaman zaman doğasına uygun olmayan çok sesliliklerle o zamanın insanına oldukça yabancı gelebilecek hale getirilmiştir. Ve hatta daha da ileri giderek batı-doğu diye bir ikilem yaratılarak batıyı iyi, doğuyu kötü olarak değerlendirip, iyi müzik diye batıya ait müzikler ön plana çıkartılmıştır.

2012 yılında o zamanın nesnel koşullarını göz önüne alarak yapılanları anlamamıza rağmen yanlış yapılanları da söylemek her uygar insanın görevidir. Ancak bu da doğru cümlelerle yapılmalıdır. Müzikte en önemli unsurlardan biri de; nüanstır. Bir müziği ne kadar güzel olursa olsun yerinde kullanacağımız nüanslarla çok daha ötelere taşıyabiliriz. Aynı şey yazım cümlelerimizde yada konuşmalarımızda da olmalıdır. Hipokrat'ın dediği gibi; "Bir şeyi ilaç ya da zehir yapan kullanılan miktardır." Bu sebeple eleştiri okları kelime olarak yansıtılacaksa dikkatli olunmalıdır.

 Ne geçmişte, ne bugün de, korkarım gelecek günlerde de  doğru eleştiriler yapılamayacak gibi görülüyor ülkemizde. Bir şeye karşı olurken  elimizde bilimsel anlamda veriler olmadan eleştiride bulunmak hepimizde en aydınından en aydın olmayanına kadar kazanılmış bir refleks gibi bizimle yanyana. Üstelik eleştirilerimizin içine duygusal anlamda alışkanlıklarımızı da kattığımızdan bir adım bile ilerleyemiyoruz. Oysa eleştiri yanlış görünen konularda doğru verilerle yanlışı gidermek anlamında yapılmalıdır. Bu sebeplede objektif olabilmek eleştiri yapacağımız konularda önem kazanmaktadır.




Ben bir müzik eğitimcisiyim doğal olarak ülkemde müzikle ilgili her gelişme ,söylem , ya da tartışma  benim ilgi alanıma girer. Bu ülkede kendimi bildiğimden beri arabesk müzik konusunda bir tartışma var bildiğiniz gibi. Arabesk müziğin ne olduğu ve hangi nesnel koşullar sebebiyle ortaya çıktığını elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Bir kez daha aynı konuya girecek değilim.

Açıkca itiraf edecek olursam, Türkiye'nin müziği arabesktir.Ve arabesk müziğe karşı olunacaksa ortaya çıkan müzikten önce bu müziğin ortaya çıkmasına sebep olan nesnel koşullara karşı olmak benim tercihimdir. Bildiğiniz gibi bu anlamda en sert tepkiyi Fazıl Say verdiğinde ortalık toz duman içersinde kalmıştı. "Arabesk yavşaklığından utanıyorum " diyerek düşüncelerini dile getirirken hiç kimse kalkıp "neden?" diye sormadan bu cümledeki yavşak kelimesine takılı kalıp terbiyesizlikle suçlama yolunu tercih ettiler. Bir müzisyenin sadece piyano çalmak yada beste yapması gerektiği şeklinde görev tanzimi yaptılar. Fazıl Say ise bu anlamda görüşlerini ortaya koymaya devam ederek "Arabesk müzik dinleyenler vatan hainidir " deyiverdi.

Eğer arabesk müzik toplum üzerinde miskin, cahil estetikten yoksun bir müzik algılayışını sergiliyor ve bu durumların kökleşmesine etken oluyorsa bu hiç te haksız bir cümle değildir. Bir ülkede sosyologlar ya da filozoflar bu anlamda suskun kalıyorsa ve bir olgunun düşünsel ve toplumsal olarak açtığı yaraları bilimsel  nedenlerle ortaya koyamıyorsa, ağzı olan konuşur misali herkes Fazıl Say a saldırır tabiki. Türkiye'nin müziği de her anlamda artık tür olarak arabesk olduğundan çoğunluk "ne diyor bu adam?" diye kendisine karşı çıkar.

Fazıl Say' a bu denli karşı çıkılırken, tarihin derinliklerinden gelen Eflatun 'un  bir sözü ister istemez benim için önem kazanmaktadır. Der ki;

"Müziğini değiştirirseniz sitenin duvarları yıkılır....."

Tarihin ta derinliklerinden gelen bu cümle ülkemiz için son derece doğru bir değerlendirmedir. Bu ulusa ait değerler müzik anlamında arabesk müziğin etkisiyle öylesine erozyona uğramıştır ki doğal olarak ülkenin ta geçmişten getirdiği değerler müzikle birlikte yok olurken diğer anlamlarda da yok oluşun içinde olduğumuzun en kısa anlatımıdır.

Arabesk müziğin içinde barındırdığı acı öncelikle karşı olduğum bir şey değildir. İnsan acısını bir şekilde her zaman dile getirmiştir. Acı, hemen hemen her sanatın ve müzik türünün içinde yer alır.

Başta fado olmak üzere acı bir çok müziğin temelidir. Bu anlamda da yanlış bir düşünce biçimine sahip olduğumuzu da belirtmek zorundayım. Özellikle sol söylemde kendine yer edinmiş olan; " Franco İspanyayı üç "F" ile yönetti. 1- Futbol, 2- Fiesta, 3- Fado " varsayımı Fadoyu arabesk müzik tanımı içersine alarak müziksel anlamda bir hatayı içinde barındırır. Evet fado da acı kesinlikle vardır. Ve fado bir gözyaşı müziğidir. Unutulmamalıdır ki fado yaşanılmış bir kederin üzerine yapılan ağıtlardır.

Aynı şekilde Yunan rebetikaları, Fransada yaşayan Cezairlilerin oluşturduğu Railer, yada Peru göçmenlerinin Chicaları hep acı üzerine kuruludur. Ama öylesine gerçek acılardır ki unutulan ve göz ardı edilen de budur. Bu müziklerle iç içe olanların hemen hepsi yaşam içersinde bu acılarla iç içeyken içlerinden kopan duygularla bu müzik türlerini oluştururken bizim ülkemizdeki hangi arabesk sanatçısı gerçek anlamda bir acı çekerek bu müziği oluşturmuştur acaba?

En iyi evlerde, yada en konforlu yaşam biçimi sürerken ve  acıların çocuğu rolünü oynarken arabesk müzikteki bu gerçek olmayan acıyı sadece halk çekmiştir.

Bu da gerçekten bana göre de vatan hainliğiyle eş değerde bir davranış biçimidir. Zaten kaderci bir zihniyete sahip olan bu halka, protesto etmeyi unutturarak, yaşanılan sıkıntıların ve üzüntülerin hepsine dolaylı bir şekilde "kabul et" mesajı veren müzik türüne genel anlamda evet demek gerçekten ne halde olduğumuzun çok ama çok açık bir fotoğrafıdır sadece.

3 yorum:

  1. Arabesk konusunda söylenebilecek en net sözler bunlar..Hala da insanlar anlayamıyorsa gerçeği bu konudaki gereksiz tartışlar sürüp gidecektir.. Bu bir farkediş bence, çoğu insan arabesk olduğunu bile bilmeden bu fikre hizmet etmiş oluyor, en önemli gerekçe de "kulağıma ne hoş gelirse onu dinlerim" oluyor,,ne zaman ki altındaki bu kültür örgüsünü görmeye başlıyor o zaman artık bu gerekçe saçma olmaya başlıyor. Bu konuda sesini çıkaranları da hep tek bırakıp suçluyoruz birde..Toplum adına yapılacak birşey kalmamıştır bana göre..

    YanıtlaSil
  2. 3F ile ilgili bugün Radikal'de bir yazı çıktı. Konuyla direkt alakalı değil ama yinede paylaşayım :)

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1110656&CategoryID=84

    * * *

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten çok ilginç, baskıcı rejimlerin hepsinde sanat yasaklıdır bildiğiniz gibi. yasaklanmasa bile idarecilerin gözü kulağı üstündedir. Sadece, fado değil, aynı şekilde rebetikalar da Yunanistan'da bir zamanlar yasaklanmıştır. Daha da ileri gideyim Tangolar'da Arjantin de bir dönem yasaklandı.

    Amelia 'da fadonun gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından biridir. Geçmişi oldukça eskilere dayanan fadolar özellikle denizci bir millet olarak isimlendirilen dönemin Portekizli gemicilerinin gidip bir daha gelmemeleri üzerine kadınlar tarafından yakılan ağıtlar olmakla birllikte bu geri dönüşü olmayan yolculuklarda kalan kişiler olarak duyulan acıları dile getirirken birilerini o dönemde rahatsız etti.

    Bu yazı da belirtildiği gibi bazı yerlerde çalınıp söylenilmesine izin verilirken Amelia 'da işte bu yarı yasaklı dönemlerde ortaya çıktı. Son derece fakir bir ailenin çocuğu olarak hayatını sürdürebilmek amacıyla gelenksel müziklerini söyleyyerek para kazanmanın dışında elinden başka bir şey gelmiyordu.

    Olağanüstü bir yetenek olduğundan göze çarptı doğal olarak ve koşulları yani ekonomik zorunluluk karşısındaki zorunluluğu kullanılarak siyasiler tarafından kullanılan bir sanatçı olduğunu da ret etmemek gerekiyor.

    Kendi çıkarları için egemen güçler ne gerekiyorsa yapmanın en güzel örneklerinden biridir Amelia. O an için işimize hangisi geliyorsa ya ret ederiz yasaklarız yada kendi çıkarımız için kullanırız.

    Sonuç olarak müzik bir kez daha söylüyorum, asla bağımsız olamadı. keşke olabilseydi herşey çok daha değişik olabilirdi, duyabilen kulaklar ve görebilen gözler için.

    Teşekkürler link içinde, bence ilgili konuyla:)

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır