18 Ocak 2010 Pazartesi

Sanat üzerine varsayımlar 3



Bazen söz konusu sanat olduğu zaman kafalarımız karışabilir. Gördüğümüz ya da dinlediğimiz bir sanat eseri çok kolaylıkla izleyiciler açısından kendisi tarafından dahi kolaylıkla yapılabileceği konusunda bir fikre saplanmamıza neden olabilir.

Belki de sanat eserlerinin ya da sanatçıların bu denli bolluğu bu sebepledir....

Örneğin; Klasik Batı Müziği'nin usta sanatçılarından John Cage 1912- 1992 yılları arasında yaşamış Amerika'lı bestecidir.

Yüzyıllardan beri Klasik Müziğin aynı formlar içerisinde kullanılmasından sıkılmış olmalı ki, aynı zamanda felsefeci de olduğundan, bu alışagelmiş normların tamamiyle dışında müzik yapmaya karar verdi.

Öncelikle piyano' yu konserlerinde kullanan ve çok iyi piyanist'te olan John Cage piyano' dan çıkabilecek farklı tınıların peşine düştü.

Bu sebeple piyano'nun tellerine farklı materyaller bağlayarak çalmayı denedi, ama en büyük eseri " 4'33'' " yani bilinen adıyla "dört dakikalık sus" tur.

Bu eserin ilk halk önüne gelişinde her zamanki gibi klasik ritüellerin arasında sahnedeki yerini aldı. Ve piyanonun bir tuşuna dokundu, tam dört dakika 33 saniye sonra piyanosunun başından kalkarak seyircileri selamladı.

Kuşkusuz seyirciler neye uğradıklarını şaşırmışlardı.

Anlatmaya çalıştığı sessizliğin de bir sesi olduğuydu ve bu sessizlik içersinde bir çok sesi duyabilme olasılıklarımız...

Aşağıdaki video da bu sahnenin çok sonraları tekrarlanması var. Tam dört dakika 33 saniye boyunca müzisyenler önlerinde nota varmış gibi notalarını takip ederken sessizliğin notalarını çalıyorlar....




Çılgınca gelebilir, hatta diyebilirsiniz ki "ne var ki bunda, bende böyle sayısız beste yapabilirim, alın size beş dakikalık sus eseri...."

Kuşkusuz üretebilirsiniz, ancak unutulmamalıdır ki bunu ilk düşünen John Cage' dir ve bunu yaratırken bir amaç uğruna bestelemiştir bu eseri:)

Unutmayalım ki bugün keyifle dinlediğimiz Ravel' in ünlü" Bolero" su, ilk gösterim de bir kadının "bu ne yahu, hep aynı şey tekrarlıyor!" diyerek konser salonunu terk etmesiyle sonlanmıştır.

Evet gerçekten sanatın ne olduğu konusunda fikir sahibi olmak istiyorsak düşünmeyi elden bırakmamalıyız gibi geliyor, sanatçılarda, biz izleyici ya da dinleyiciler de....

sanem uçar

5 yorum:

  1. TRT2 de Pazar konserleri vardı-ve daha önce Cage hakkında birşeyler bilmediğim için çok şaşırmıştım ve hoşuma gitmişti-sanırım sessizliğinde bir ses olduğunu insanlara hissettirmenin en güzel yolu bu olsa gerek..

    YanıtlaSil
  2. Sanemcim,

    Son zamanlarda, yapısal olarak birbirlerinden çok farklı dillerde olmalarına karşın, "sanat" ve "sanal" sözcüklerinin köken olarak benzerliğine kafa yoruyorum..

    Yani; tarih öncesinde mağara duvarlarına çizilmekle başlayan resim sanatı, o modelin "sanal/sanki" bir betimlemesi oluyor.. Müzik de öyle.. Doğadaki seslerin "sanki" olarak yansıtılması.. Diğer sanat dallarında da aynı.. Bir roman yazarı gerçeklerden esinlenmiştir yazarken ama okuyucu "sanki" yaşamaktadır orada yazılanları.. Heykeltıraşlık da öyle.. Fotoğraf da öyle.. Sinema da.. Hele hele sinema, TV ve internetle birlikte "sanal" sözcüğü iyice anlam kazanmış, oturup yerleşmiştir. Sen ne dersin bu konuda?

    Sevgiler
    Babür

    YanıtlaSil
  3. Öncelikle seni burada görmek çok güzel sevgili dostum:)

    İlk bakışta son derece doğru bir yaklaşım senin ki.Sanata ait herşey doğanın bir parçası olduğundan bir çeşit yansımadır.

    Ancak "sanal" kelimesine verdiğin anlamla da doğru orantılı bir şey bu.

    Ben sanal ı gerçek olmayan gibi algıladığımdan bir an için duraksadım. Sanat söylediğin gibi birebir aynılığı içinde barındırdığında sanat olur mu dersin?

    Onun içine kendi bakış açılarımızı, duygularımızı kattığımızda genişleyen bir alanı oluşturması sanatı sanat yapan özelliklerden olabilir mi?

    Evet bu yazı dizisi devam edecek sevgili dostum,beraberce en doğru yolu bulacağız diye düşünüyorum...

    YanıtlaSil
  4. Yok.. "Sanal"ı o anlamda algılamam ben.. Ona başka bir şey diyorlar.. Yani PC ile oyun oynuyorsun.. Karşında insan varmış gibi. Ama yok!

    "Sanal ortam" diyoruz.. Görüyoruz burada.. İşitiyoruz. Ama tadamıyoruz, koku alamıyoruz, dokunamıyoruz! 5 duyunun 2'si var, 3'ü yok! "Telefon" da bir sanal iletişim aracı. 3G teknolojisi dışındakilerde sadece ses var.. İşitiyoruz.. Ama göremiyoruz bile.. PC'de ya da telefonda bir tuşa dokunduğumuzda anında kapanıyor ve her şey bir anda bitebiliyor. "Sanal ortam"dan çıkıyoruz yani.

    Sanatta ise "birebir aynılık" diye bir şey yok! Hatta benzerlik de yok, hata hatta şu fotoğraftaki gibi ( http://img707.imageshack.us/img707/240/resim25e.jpg ) bir yansıma dahi yok! "Sanki olarak yansıtılma" var! (farkındayım.. "sanki"ye fazla anlam yükledim burada) Hani, diyalektik baba der ya.. Tez + Antitez = Sentez.. Burada da; tez = doğa, antitez = insan, sentez = sanat oluyor. Sanatçı doğadan aldığına kendinden bir şeyler katıyor. Ortaya sanat yapıtı çıkıyor.. Ve onu her izleyici kendine göre yorumluyor.. Burada bile bir aynılık, benzerlik vb. yok! Sanatın zenginliği de buradan geliyor zaten. Öyle değil mi?

    Ve yapıtın değeri de böyle belirleniyor. Yani kendinden kattığı şeylerin yoğunluğu ve değeri ne kadar fazlaysa o kadar değerli oluyor.. Bence..

    YanıtlaSil
  5. Babür adını yazmamışsın ama nerede olursan ol ben seni yazılarından tanırım sevgili dostum:)

    Yorum kısmında fotoğraf çıkmıyor sanırım, ama demek istediklerini gayet iyi anlıyorum.

    Bu yazı dizisi uzun bir yazı dizisi ve yıllardır sanat denildiği zaman bilen bilmeyen herkesin ağzında sakız olmuş konuları elimden geldiğince yorumlamaya çalışıyorum.

    Uzun yılların birikimi olmakla birlikte kesin doğruluğuna ben dahi inanmadığım için "varsayım " olarak değerlendirmemi en iyi anlayacaklardan bir tanesi de sensin.

    Aslında farkında olmadan açıklamaya çalıştığın benzeri düşünceyi 4. bölümde az çok bulabilirsin.

    Bunadan sonraki bölümlerde de sorduğun soruların yanıtlarını bulabilirsin, ben hazırladığım için yazdıklarımı bildiğimden hafifçe gülümsüyorum şimdi:)sadece arka arkaya koymak istemiyorum yazdıklarımı.

    Ama bir soruna yanıt vereyim;

    "Sanatçı doğadan aldığına kendinden bir şeyler katıyor. Ortaya sanat yapıtı çıkıyor.. Ve onu her izleyici kendine göre yorumluyor.. Burada bile bir aynılık, benzerlik vb. yok! Sanatın zenginliği de buradan geliyor zaten. Öyle değil mi?"

    demişsin....

    katılmamak olası mı?

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır