6 Eylül 2010 Pazartesi

Büyülü Bahçem



Çocukluğumun bir bölümü, o zamanlar için sayfiye yeri olarak kabul edilen, İstanbul Küçükyalı da geçti.

Gerçekten kendine özgü doğal yapısıyla özellikle bir çocuk için yaşanılabilecek en güzel yerlerden bir tanesiydi.

Yaz geldiği zaman kararan havayla evlerimize girerdik. Tüm zamanımız sokaklarda geçerken acıktığımızda karnımızı doyurabileceğimiz bostanlarla dolu alanlarda arkadaşlarımızla birlikte yiyecek hırsızlığına çıkar, domates, salatalık ya da meyve ağaçlarından kopardığımız meyvelerle açlığımızı giderirdik.

Oturduğumuz evin çok yakınında , bir dört yol ağzında ise beyaz iki katlı bir ev vardı. Kocaman meyve ağaçlarıyla dolu bahçesiyle hepimizin gözde mekanlarındandı. Özellikle bahar aylarında gelin gibi beyaz çiçeklerle süslenmiş erik ağacı yazın hepimizin iştahını kabartırdı.

Bu evin öylesine güzel bir mimari yapısı vardı ki masallardaki evler gibiydi . Kocaman balkonları, yuvarlak sütünları ve yine yuvarlak camlarıyla farklı bir evdi.

Üst katına yaz aylarında evsahibi gelir bir kaç ay o muhteşem balkonda etrafı izlerken çayını yudumlardı. Alt katındaki kiracı ise tüm yıl boyunca ev sahibi varmış gibi titiz ve sert tavrını gösterirdi biz çocuklara.

Hemen her yere kolaylıkla girebilen biz çocuklar bu evin yanına bile yaklaşamazdık koruyucu kiracısı sayesinde.

Ama bir gün inanılmayacak bir şey oldu, bir mucize....

Ailemle birlikte o evin birinci katına kiracı oluverdik....

Dünyanın en mutlu çocuğu oluvermiştim birden bire. O inanılmaz bahçe artık bizimdi.

O ağaçlar, dalından kopararak yiyebileceğimiz meyveler, çiçekler bizimdi...

Yaz aylarında yine üst kata o beyaz saçlı, otoriter görünümlü kadın gelirdi. Yakından tanıyınca dışarıya yansıttığı gibi biri olmadığını anlayabilmiştik. Eski İstanbul hanımefendilerindendi. Çoğunluk işleriyle damadı ilgilenirdi. Damadının Talat Halman olduğunu öğrendiğimde hiç bir şey hissetmemiştim o zamanlar doğal olarak:)

Bu güzel evdeki keyfimiz yaklaşık iki yıl sürdü, sonrasında İzmir günleri başladı bizler için.

İstanbul dan ayrılıp İzmir e yerleşmek öncelikle bu evden ayrı kalmak olduğundan ,İzmir i pek sevememiştim.

Radyo günleri içersindeydi Türkiye....

Televizyon gibi bir alışkanlık pek olmadığından o radyo günlerine ait doyumsuz bir zevkle dinlediğimiz programlardan birinde Talat Halman ismini duyduğumda artık çocuk sayılmazdım.

Ön ergenik dönemleri diyelim....

Ve Talat Halman öylesine güzel açıklamalarla edebiyatçılarla ilgili bilgiler veriyordu ki, bu canlı bir yayınmıydı yoksa tekrar programları mı bilemiyorum ama bir açıklamasında nefes almadan onu dinlediğimi hatırlıyorum.

William Faulkner ı anlatıyordu...

O kadar ilgimi çekti ki bu Amerikalı yazar ertesi günü tüm kitapçıları ağabeyimle birlikte didik didik aramamıza rağmen bir tek kitabına bile rastlayamamıştık.

İzmirdi ne de olsa yaşadığımız yer, İstanbul gibi olabilir mi?, kesinlikle İstanbul da bulurduk kitaplarını....

İstanbul la bağlarımız hiç kopmadığından ilk İstanbul a geldiğimde aramaya çıktığım yazar William Faulkner dı.

Ne yazık ki İstanbul da da kitapları yoktu.

Neden olsun ki????

Bir insanın 1600 kelime ve bu kelimelerin arasına parantezle eklenmiş 500 kelimeyle toplam 2100 kelimeden oluşmuş bir cümlesini kim , nasıl tercüme etsin?

Artık yapılacak tek şey vardı;

İngilizce öğrenmeliydim....

Tam iki yıl süren ingilizce öğrenme serüvenim bana yabancı yazarları takip edebilme imkanı vermişti ama William Faulkner ı anlayabilmek sadece İngilizce bilmeyle doğru orantılı değildi.

Zamanla kitaplarına ulaşabilme imkanı bulduğumda benim için gelmiş geçmiş en büyük yazarlardan biri oldu.

Onun kitabını elinize aldığınızda onu ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz.

Kitabını hiç nefes almadan transa geçmiş bir şekilde okuyabilirseniz kitabın son sayfasına geldiğinizde hissedebilecekleriniz muhteliftir....

"Manyakmısın sen be adam" diyebilirsiniz....

" Oh be nihayet bitirebildim" diyebilirsiniz....

"İnanılmazsın! " diyebilirsiniz.....

Hiç bir noktalama işaretlerini kullanmadan, devrik, düz yazı hepsi birbirine girmiş bir şekilde sayfalar dolusu bir pragrafta ilk okuyuşta aklınızda kalabileceklerin oranı çok fazla olmadığından geriye kaç dönüş yapabileceğinizi bilemiyorum...

İlk sayfayla birlikte onu terk te edebilirsiniz...

Onu çok sevmemde bir çok etken vardır. Öncelikle çoğul anlatıyı (multiple narration) çok gerçekçi buluyorum.

Gerçekler bir tane gibi sunulsa da bizlere aynı olayın nesnel koşulların farklılığında , kişiye göre bakış açısıyla birden fazla gerçekliği içinde barındırması, yaşarken hep iç içe olduğumuz durumlardır.

Aynı hikayeyi farklı kişilerden dinlediğimizde sanki bambaşka olay anlatılıyormuş gibi hissetmezmiyiz çoğunlukla?

Ama yaşadığımız dünya, bizlere hep tek bakış açısını benimsemeye zorlarken, kendi kendimize verdiğimiz zararı çoğunluk önemsemez.

Şu anda yazacağım şeyi okurken inanmakta zorlanabilirsiniz.

Gerçekten Faulkner ın romanlarına benzer şekilde bir rastlantı o çok sevdiğim iki katlı evin yeniden yaşamımıza girmesiyle sonuçlanmıştı.

Aradan uzunca bir zaman geçip , genç bir öğretmen olarak Van a gittiğimde ailem yeniden baba ocağına dönme kararı almıştı. Ve İstanbul lu günler anne ve babamın yeniden ama bu sefer o muhteşem evin üst katına kiracı olmalarıyla sonuçlanmıştı.

Beyaz saçlı ev sahibimiz çoktan ölmüştü ve ev işleriyle Talat Halman ilgileniyordu.

Geçmişe ait o güzel anıların yaşandığı eve bir yetişkin olarak ve de bir anne olarak tatilde yeniden gitmek yaşadığım en ilginç anıların başında gelir.

O zamanlar iki yaşında olan kızım çocukluğumun büyülü bahçesinde oynuyordu....

Aynı bahçede yıllar sonra tekrar olabilmek farklı duygular oluştursa da zaman öylesine önemli bir kavram ki, Faulkner ın konuşmalarında hep dile getirdiği şeyleri çok daha iyi anlıyorsunuz.

Faulkner a neden bu denli uzun cümleler kullandığı sorulduğunda bu soruya şaşırıyor ve özetle şunları söylüyor...

"Kısa cümle kuramam ki! bu mümkün değil. Bugün benim varlığım- düşüncelerim bugünle sınırlı değil, düşüncelerimin kökenine indiğimde var olmamla doğru orantılı bir seyir bulurum.

Biz insanlar anlatımda kolaylığı sağlayabilmek için zaman kavramını oluşturduk. Zamanı günlere, aylara, mevsimlere bölerek isimlendirdik. Oysa zaman var olduğu andan itibaren bildiği hızla bir bütün olarak akmaya devam ediyor.

Bugün kuracağım bir cümle benimle birlikte geçmişe gider ve ben "bugün" bir şeyi anlatacaksam anlatacağım şeyin "dününe" de uzanmadan edemem..."

O büyülü bahçe yok artık.

Tıpkı Faulkner ın romanlarındaki son gibi oldu sonu.

O son u anlatmaya kalkışsam benim gerçeğimle başkalarının gerçeği arasında ne denli büyük farklılıklar olduğunu biliyorum. Ve eğer Faulkner bu bahçeyi yazmaya kalkışacak olsaydı kuracağı cümleleri ve anlatımı gayet iyi anlayabiliyorum.

Okurken "ne alaka? Faulkner ı mı, yoksa senin özelin bir bahçeyi mi anlatıyorsun?" gibi bir düşünceye kapıldınız mı?

Eğer kapıldıysanız cevabım ; "ikisi arasında bir fark görmüyorum ki" olacaktır.

Ama söz, birgün salt William Faulkner ı yazacağım, bunu hak ediyor bu Amerikalı büyük yazar....

sanem uçar

4 yorum:

  1. Ben de ne yazık ki ilk 10 sayfa okuduktan sonra Faulkner'ı terkedenlerdenim. Ama ilginçtir beğenmeyip bir daha da hiç hayatıma sokmadığım yazarlardan olmadı Faulkner..Hep bir şekilde onun büyük bir yazar olduğunu içten içe sezdim..
    ..
    Talat Sait Halman'ın yıllar sonra Faulkner'ın kitaplarından birini çevirdiğini de eklemeliydin bu rastlantısal döngüye..
    ...
    Yaşasaydı onu en iyi anlayan okurlardan biri olarak çok severdi seni eminim..

    YanıtlaSil
  2. Çok fazla önemsemezdi bana göre de Mithat:)

    Haaa! ben beni çok sevmesini çokkkkkkkk isterdim, ama Faulkner hep kendisi için yazdı, çok ilgilenmedi bana göre okuyucularla...

    Evet Faulkner ayrıca ele alınmalı:)

    YanıtlaSil
  3. Öncelikle büyülü satırlar için kutlarım,okuyabilenler şanslı.İzmir'de Faulkner'ı bulamadığından sözetmişsin,..bizim evde kütüphanede bi Faulkner vardı be kuzum,niye uğramadın??Şimdi yok,kimbilir nerelerde...Oradan oraya taşınırken mi yok oldu,yoksa birinde mi kaldı,herneyse..Gide,Camus,Caldwell,Saroyan,Steinbeck,Dostoyevski,Maugham,Hamsun,Stendhal ilk basımları var,gel de kokla....(eski kitap kokusunu bilen bilir)..

    YanıtlaSil
  4. Ah be güzelim benim,nerden bilebilirdim???

    Hep beraberdik biliyorsun o eski zaman diliminde ama aslına bakarsan ne kadar birbirimize yakın ve aynı zamanda uzakmışız...

    O eski kitap kokusu muhteşem bir kokudur dediğin gibi, eski bir dostun kokusu da ömre bedeldir.

    Geleceğim sevgili dostum ve ta içime çekeceğim tüm kokuları...

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır