24 Ekim 2010 Pazar

Fazıl Say'ı anlamak yada anlamamak-2




Yazının ikinci kısmına başlamadan önce gelen yorumları değerlendirerek başlamak istiyorum.

Bana göre son derece doğru noktalara değinen yorumlar onlar. Bu sebeple bir kez daha teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Aydın olabilmek ve gerçek anlamda entellektüel bir bakış açısına sahip olabilmek çok kolay değil. Hepimiz zaman zaman kendimizi önemli gibi hissederken eylem biçimimizle son derece sıradan davranabiliyoruz.Düşe kalka yürüyoruz açıkcası. Başka bir zaman dilimi olsa son derece sevimli olabilecek bu davranışımız bizim gibi ülkelerde sıkıntı yaratabilecek bir ivmeye sahip.

Oğuz Atay bir çok yönüyle bu toplumun çok ötesinde bir bakış açısına sahip olan bir dehadır benim için. Onun sosyolojik bakış açısı ve doğal olarak vardığı sonuçlar ülkemizin aynada yansıtılmış bir biçimidir.Bir çok bakımdan...

Özellikle "aydın" konusundaki bakış açısı ve beraberinde getirdiği eleştiriyi daha ileri boyuta götürerek ülkemizdeki çoğu aydın kişilerin aydın olmadığını hatta "alacakaranlık" olduğunu belirtmişimdir.

Aydın kesim üzerine düşen görevi gerçek anlamda yerine getirebilmiş olsa belkide çok daha farklı şeyleri tartışıyor olabilirdik. Ama alacakaranlıklarla ancak bu yaşananlar gerçekleşir.

Fazıl Say'ın özellikle arabesk konusundaki söylemini daha sonraki yazılara bırakmayı düşünüyorum. Çünkü arabesk kavramı üzerinde çok daha fazla düşünülmesi ve tartışılması gereken bir kavramdır. Ve arabesk i salt bir müzik türü gibi ele almak yapılacak en büyük yanlışlardan biridir. Arabesk bir yaşam ve düşünüş biçimidir artık.

Ve şimdi işi daha da ileriye götürecek bir cümle yazacağım.

Arabesk müziğe karşı olmakta saçmalıktır. Sadece arabesk müziğin ortaya çıkmasına sebep olan nesnel koşullara karşı olabiliriz. Ve karşı olmamız gerekende bu nesnel koşulların oluşmasını sağlayan mekanizmadır.

Doğal olarak Fazıl Say gibi konusunda uzman bir kişinin bu konuyu ele alış biçiminin de bu doğrultuda olmasını beklediğimi itiraf etmeliyim. Söylemlerinde hiç te yanlış olmasa bile söylem şekliyle en önemli konunun atlanmasını sağlayan bir durum olmuştur.

Fazıl Say ın arabesk müzik konusundaki söylem şekline daha detaylı olarak sonra değineceğim.

Yine aynı şekilde Sezen Aksu bir sanatçı olarak çok uzun zamandan beri toplumsal olaylara duyarlı ve kendine göre bir bakış açısı olan bir tavır sergilemektedir.

Kuşkusuz her sanatçının dünyaya bakan pencerelerinde inandıkları vardır. Bu inandıkları bizim gerçeğimizle uyuşsun uyuşmasın kendi içersinde tutarlılık göstermelidir.

Tabikii benim açımdan refarandumdaki seçimi beni hiç ilgilendirmez.Bu seçiminin benim seçimimle uyuşması yada uyuşmaması onun sanat yaşamındaki yerini benim açımdan ne yukarı ne de aşağıya çeker.

12 eylül anayasasının tüm olumsuzluklarını yaşamış biri olarak bu anayasaya karşı olmak benim her zamanki savaşlarımdan biriydi. Ama çok iyi biliyoruz ki burjuvazinin bir şekilde el değiştirdiği ve içersine büyük oranda dini özellikleride alan yapısı karşısında bizlere dayattırılmaya çalışılan söylem içersinde 12 eylül anayasısına karşı bir duruş yoktu.

Gerçek anlamda islami her değeri benimseyen ve bu anlamda bir yaşam tarzını yaşamak isteyenlere neredeyse çok daha saygı duyacağım. İnandığı gibi yaşamak isteyenlere saygım var açıkcası.

İster doğru ister yanlış olsun ben değerlendirmemi eski alışkanlıklarımla yapmaya çalışırım. Olaylara bakış açımda sınıfsal özellikler çok daha önem taşır benim için. Ve islam dininin yapısındaki kadınları ikinci sınıf olarak görme özelliğini kabulde zorlanırım

Kadını cezalandıran, onu öldürme yetkisini kendisinde bulan ve cinsel bir obje gibi kabul edip orasını burasını örtmeye çalışan bir zihniyet karşı olduğum bir zihniyettir.

Ve bu açıdan baktığımızda Sezen Aksu nun yaşam biçimi, şarkılarındaki sözler, var olan islam dünyasına ait düşünce yapısıyla tamamiyle tersken;

"Yalnızlık Allah'a mahsus
Yalnız yatmak mı,ay ay imkansız
Biri mutlaka olmalı
Seni acil unutmalı
Ya olmazsa
Seni şeytanın şahidi sus
Çivi çiviyi söker
Sökmezse şansına küs

Elimi sallasam ellisi
Başımı sallasam tellisi
Erkekler
Ooof, içim sıkılıyor
Ooof, pabucum sıkıyor "

bu sisteme neden evet dediğini anlamakta zorlanır ve "hangisisin?" diye sorma ihtiyacı duyarım.

Kısacası samimi bulmadığımdan bu anlamda eleştirme hakkını kendimde görürüm.

Bizim ülkemizde sanatçı olmak çok kolay. Oysa sanatçı olmanın beraberinde getirdiği bir sürü sorumluluklar vardır. Bana göre bu sorumluluklardan bir tanesi de bir satranç oyuncusu gibi bir kaç hamle sonrasını görebilme özelliği olmalıdır.

Çok fazla şey istediğimi düşünebilirsiniz.

Bana göre hayır, çok fazla şey istemiyorum. Körü körüne anlamsız bir tapınma modeliyle bir yere varılmayacağını düşünüyorum sadece. Hiç bir şeye bulaşmayıp sadece kendi sanatını yapmaya çalışan sanatçılara bir sözüm yok. Çoğunlukta böyle dürüst olmak gerekirse. (Aslında sanat siyaseti içinde barındırır, bunun dışında değildir.)Sosyolojik olarak böyle bir şey söz konusu olmamakla birlikte yine de bu konuya hiç girmeyeyim . Ama kendine bir şekilde bu misyonu yükleyenler dikkatli olmak ve sonuçlarına katlanmak zorundadır.

Bu toplumun bir parçası olarak görüyorsak kendimizi, ki öyleyiz, empoze edilmeye çalışılan tüm yanlışları görmeyi başarabilen bir göze sahip olmak için yapacaklarımız var anlamına geliyor bu.

Müzik boş zamanlarımızda bizi eğlendiren, bize güzel duygular uyandıran bir olgu değildir sadece. Müzik özellikle günümüzde düşüncemize yön veren, alışkanlıklarımızı değiştiren, kendimize ait olmayan bir dünya görüşünü benimseten bir silahtır da.

İşte bu yüzden, sırf bu yüzden; hepimiz dikkatli olmak zorundayız. Zaman zaman karşı koyuşlarımızı da eleştiri yaparak ortaya koymak zorundayız.

Bundan sonraki yazacaklarım kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde basitleştirerek yazacağım akademik bilgiler içerecektir:)

sanem uçar

4 yorum:

  1. Burası sizin kendinizi ifade yeriniz. Bizler sizin iç dünyanızın misafirleriyiz yalnızca. Rahatsız olan, bu pencereyi kapatır ve o kadar....

    Size rahatsız olduğumu düşündürdüysem kendimi ifade edememişim demektir. Boş verin benim rahatsızlıklarımı ve lütfen içinizden geldiği gibi yazın duygu ve düşüncelerinizi.

    Benim sorunum Fazıl Say'ın, yani halka mal olmak isteyen ve kendini aydın olarak tanımlayan birinin, kendini toplumun dışında ve üstünde tanımlayarak, onu küçümsyerek yaptığı açıklamalarla ilgiliydi.

    Aydınlarda ben şunu gözlüyorum:
    "Evet, biz doğruyu, güzeli, iyiyi biliyoruz ve tüm yapmamız gereken onu topluma aktarmak."
    Oysa bence aydın araştırıcı olmalı, gözlemci olmalı, kuşkucu olmalı, mutsuz olmalı... Halkın kültürü karşısında kendini yetersiz hissetmeli. Ne kadar çok şey bildiğinin değil, ne kadar çok şey bilmediğinin farkında olmalı.

    Lütfen beni de kategorize etmeye çalışmayın (yaptınız demek istemiyorum). Bence dünya üzerindeki insan sayısı kadar dünya, o sayıda inanç vardır. İsimleri aynı bile olsa (Müslüman, ateist, v.s.) inançlarımız dahi farklıdır. Yani her birimizin inandığı ya da inanmadığı Allah bile farklıdır. Yaşamı güzel kılan da bu farklılıklardır zaten. Ben farklılıklardan korkmuyorum, aynılaşmaktan korkuyorum.

    "Blog"unuzu Mozaik topluluğuyla ilgili bir "upload"unuz aracılığıyla görmüştüm. Sizi tanıdığıma da memnun oldum. Bundan böyle de blogunuzu ziyaret etmeyeceğim, etsem de yazılarınızı izlemeyeceğim, sadece müzikal önerilerinizden yararlanacağım.

    Küstüğüm :) için değil, rahat hissetmeniz için söylüyorum bunu. İçinizden nasıl geliyorsa, ne hissediyor ya da ne düşünüyorsanız onu yazmalısınız bence, kimseleri kırarım diye düşünmeden.

    Sağlıcakla kalın...

    YanıtlaSil
  2. "Birbirimizi anlamak"

    Ortada duran reailetiyi bir kenara bırakıp ortak noktada birbirimiz anlamak gibi tuhaf bir ikilemi anlamış değilimdir ne mutlu ki. Tabiki bu farklı düşünceye olan saygısızlıkla alakalı değil. Mesela ben din olgusunu kullanan ve son zamanlarda türemiş tanrı eksenli devrimcileri anlayamam. Hele hele biz eskilerin tabiri ile geçmişin o çatışmalı sokaklarında jurnalcilikle, sünepelikle, siniklikleriyle ciğerlerimizi yaralamış, nefeslerimizin özgürlüğünü baltalamış, bu günlerde rantçı liberallerin sağ kolları olacak kadar savunma mekanizmalarını iktidar gücüyle donatıp geliştirmiş ve tuhaftır her başları sıkıştığında bizde denizlerin döneminden gelip geçtik, onların tabanlarının eskittiği yollarda çile çektik diyen klişe devrimcileri ise anlamak bir yana var olma nedenlerinin araştırılması bile boşa harcanmış zamandır diyenlerdenim. Bu ülkede devrim bilinci humanist düşüncenin evrenselleşmiş bütünlüğünde top yekün halk hareketiyle olur ancak. Burjuva ve Proletarya sınıflarının eskisi gibi tavan yaptığı günümüzde sanat camiasındaki dil sürçmelerinin bilgisiz ve yetersiz olmaları bir yana, özür dileyerek söylüyorum şimdi bunu, kaba etimizin özürlü yanı ile alakalı olsa gerek diye düşünüyorum. Çünkü devrimin ve sosyalizmin ne demek olduğunu bildiklerini sanan kimi bilinç, sözüm ona savundukları yoksul ve emek sınıfı adına konuşurlarken var olan kavramları yeniden yorumlayamaz, var olan reailete dışına çıkamazlar. Çıktıkları anda özgürlükçü değil aksine faşist doktrin savunucularının maşası durumuna düşürürler kendilerini.

    Bundan kısa zaman önce kahvaltı masalarında vivaldi dinlenmediğini elbette biliyorduk ama en kaşarı bile karşısında her söylenene evet padişahım dedikleri için açıkcası sanat ve sanatçı paralelindeki seçicilik Üstad Nazımın ve yol arkadaşlarının memleket mısralarında kalmış sadece diye de üzülmemek elde değil maalesef. Ben halkın içinden geldim diyen Orhan Gencebayın veya bestelerindeki sözlerle halkın ne gibi sorunlarına eğile bildiği tartışılır olan Sezen Aksunun vb. lerinin bence kaba et eksenli dil sürçmeleri yaşadıkları bir vakadır. Bu benim düşüncem ve böyle düşünüyorum.

    Ben ankaranın altındağında doğdum. Başkentin ortasında bulunan altındağ bir varoşlar ülkesidir. Seksen öncesi yoksulluğun marşlaştığı o çamurlu sokaklarda en bilgisiz diyebileceğiniz çocuk sayılabilecek delikanlıların ve kızların dudak aralarında detonesiz devrim şarkıları vardı. Ve hiç birisi o günleri anlatırken ben diye söz etmezler, biz derler. İşte devrimci olmanın özünde yatanda budur zaten. Biz olabilmek utkusu. Bu yüzden yoksul insanları sadaka kültürü ve din faşizmiyle kontrol altında tutmak isteyen bir zihniyete rey veren sanat camiasının "birbirimizi anlamak" felsefesinin kesinlikle karşısındayım. Bizler anlamamız gerekeni anlarız, kimsenin anlaşılır olmaya çalışmasına gerek yok.

    Umarım başınızı ağrıtmamışımdır sevgili Sanem.

    Sevgilerimle

    YanıtlaSil
  3. Kemal Bey emin olun, son derece rahatım:)

    Biraz acelecisiniz sadece, umarım bu cümlemi yanlış anlamazsınız.

    Fazıl Say ile ilgili söyleyeceklerime henüz başlamadım bile...Ve yine emin olun içimden gelenleri değil, doğru olanları yazmak adına bir şeyler yapmaya çalışıyorum.

    Ve ne kadar farklı düşünce yapısı varsa o denli mutlu olanlardanım. Yeterki farklı düşünceler içinde gerçekliği barındırsın.

    Bu sebeple yazdıklarınız benim için önemli, sadece sizin değil, tamamiyle farklı düşünenlerinde düşünceleri önemli.Çok doğru söylüyorsunuz aynılaştırılmak korkunç bir şey ve hepimiz bir çok yönden aynılaştırılıyoruz.

    Böyle bir düşünce yapısına sahipken, başkalarının görüş ve düşünceleri önemsiz olamaz benim için.

    Seçimlerimizde çok özgür olduğumuzu düşünmüyorum genel anlamda ama yine de seçimlerimizde özgürmüşüz gibi algılama biçimimiz olduğundan yazıları okumak istememe kararınıza saygı duyarım.

    Benim açımdan üzücü olur, çünkü bu bir iletişim meselesidir aynı zamanda, ama kişisel seçimlere saygı duyduğumdan söyleyebilecek bir şey kalmaz benim için.

    Yinede ukalalık yaparak:) belki de çok şey kaçıracaksınız desem....

    Ve sevgili Kara Kalem;

    Büyük bir keyifle okuyorum yorumları, başım falan ağrımaz merak etmeyin...

    Hatta ne güzel, bir şekilde kendimizi ifade etmenin yollarını bulabiliyoruz ve bunu yaparken bireycilikten uzağız...

    YanıtlaSil
  4. Yazının başlığına baktıınızda ilk başta sırf Fazıl say-Sezen Aksu yada Arto Tunçboyaciyan arasındaki söz döğüşüne getirilen bir yorum olarak anlaşılma tehlikesini barındıran bu yazı dizisi biraz sabredilirse kişiler değil de bir kavramın nasıl oluştuğuna geliştiğine rehberlik edebilecek bir hal alacağını hissediyorum. Arabesk hayata karşı çıkan kişilerin de kendilerinin farkında olmadığı bir arabesklik içinde olduğunu çıkardım örneğin ben bu yazılanlardan sanki..Hatta kendimizi ayrı tuttuğumuz bu oluşumun tam da içinde olduğumuzu görmemizi sağlayabilir..Ben de merakla bekliyorum yazıların devamını..Haa birde bence bundan sonra yazacaklarınız rahatsız etsin bence birilerini. Çünkü ne geldiyse başımıza birileri rahatsız olmasın diye gerçekleri görmezlikten geldik diye geldi..

    YanıtlaSil

yorumunuz incelendikten sonra yayınlanacaktır