30 Temmuz 2013 Salı
Korkmak
Korktuğum insanlar var benim;
Kendini haklı çıkaracak yolu kendince bularak masum olduğuna inananlar. Erdem, onur gibi kavramları unutanlar. Çevrelerine bambaşka bir kimlik gösterirken iç dünyalarında en çirkef kimlikleri taşıyanlar. Her eleştireye bir cevabı olup; "özür dilerim" kelimesini dağarcığında bulunduramayanlar. Sanatın her alanında sanatın özünü kavramadan edinilen üç beş kelimeyle kendini dahi sınıfına koyarak sanatı kullananlar. Kendi cümleleriyle konuşamayıp alıntı yaşam sürenler. Hiç bir değer yargısına sahip olmayanlar. Kendi doğrularından başka bir doğru kabul etmeyip bencillik batağından çıkamayanlar.
Başına gelen olumsuzluklarda kendi payına düşen sorumluluğu ret edip başkalarını suçlayanlar. Mazlum insan rolünü çok iyi oynayanlar. Doğumla ölüm arasına bir çentik atarak kişilerde travmaya sebep olan sapıklar. Korkaklar. Ne olduğunun farkında olmayanlar. Açık sözlü olamayıp lafı uzatıp dolandıranlar. Kendilerini günahsız görenler. İnsanları kullananlar.
Liste gerçekten uzun. Bildiğim; korkmaya devam edeceğim...
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Tomaso Albinoni
Albinoni ilginç bir müzisyen.
Barok dönem bestecileri arasında saygın bir yeri olmakla birlikte sanki besteci olarak anılmayı pek istemeyen yanı ile de öne çıkmaktadır. Herşeyden önce oldukça varlıklı bir ailenin çocuğuydu. O dönemlerde diğer bestecilerin maddi anlamda çektiği sıkıntıların hemen hemen hiç birini yaşamadı. Dilettante Veneto ile müziğe amatör olarak adım attıktan sonra müzik kariyerine kemancı olarak devam ederken beste çalışmalarıyla da dikkatleri üstünde toplamıştır.
Ailenin en büyük çocuğu olduğu için babasının ölümüyle birlikte aile şirketlerinin sorumluluğunda da yer aldığı bilinmektedir.
Eserlerinin hemen hepsinde kendine özgü bir lirizm vardır. Opera sanatçısı Margherita Raimondi ile evli olmasından dolayımıdır pek bilinmez opera konusunda da son derece güzel örnekler vermiştir. Eşinin ölümünden sonra ise kemancı özelliği sebebiyle 1740 yılında Keman Sonatlarını kapsayan bir kitabın varlığı uzun süre Albinoni'nin ölümünden sonra yayınlandı şeklinde ifade edilmesi sebebiyle bu tarihten önce öldüğü varsayılmasına rağmen, yapılan yeni araştırmalarla 1751 tarihinde öldüğü kesinlik kazanmıştır.
Ancak ne yazık ki gerçek ölüm tarihine kadar geçen süreç içersinde Albinoni'nin başka eserlerine tanık olamadığımız için uzun bir süre beste yapmadığını kabul etmek zorundayız.
Herşey bir yana söz konusu Albinoni olduğu zaman farkında olmadan diğer eserlerini bir kenara atarak Adagio in G minor eseriyle onu hatırlarız. Samimi olmak gerekirse muhteşem bir eserdir. Aradan, ortalarsak 300 yıl geçmesine rağmen hiç bıkmadan defalarca dinleyebileceğimiz bir eser bırakabilmek gerçekten çok önemlidir.
Sayısız filmlerde jenerik müziği olarak kullanılmış, bunun dışında hemen her müzisyen için yorumlanması gereken eser olması gibi bir önceliği de sahiptir.
Tüm adagiolar özeldir.
Adagiolarda kelimelere yansımayan farklı bir büyü vardır. Hüzünlü bir ağırlıkta çalınması ya da söylenilmesi anlamına gelse bile Adagioların içindeki hüzün asla arabesk olmayan bir hüzün olup insanı insan yapan nitelikleri de içinde barındırır gibi gelir bana.
Adagio in G minor ise her zaman dinlediğim müziklerin arasında tamamiyle başka bir yere koyduğum müziktir. Bu büyük ustanın eserini her dinleyişimde zamanın durduğunu, etrafa doğanın en güzel kokularının yayıldığını, en güzel renklerin etrafımda uçuştuğunu hissederim. Bu eser tüm duyularıma hitap eden bir özellik taşır.
Benim için bir sevgi sembolüdür de.
En fazla haksızlık ettiğimiz kavram aslında sevgi. Ya doğru düzgün kullanmayı bilmeyip, sürekli gerekli ya da gereksiz bir şekilde kullanarak içini boşaltırız, ya da ifade etmek yanlışmış gibi özenle saklayıp kendi içimizde yaşatırız.
Müzikte en önemli olgunun nüans olduğunu müzikle uğraşanlar bilir. Müziğe anlam ve derinlik kazandıran nüanslardır. Doğru ve zamanında uygun özelliklerle yapılan nüanslar bir eserin devleşmesine sebep olur. İşte sevgi de yaşamdaki nüanstır. Hele bir de müzikle birleşirse asla unutulmayacak anılar kalır.
Seneler önce Van'da kerpiç evimde kendi yalnızlığımı yaşarken kapımın çaldığı o günü hatırlıyorum. Kimsenin artık sokağa çıkamayacağı bir zamandı, hele bir bayansa...
Ama benim kapım çalınıyordu ve ben kapıyı açmaya gittiğimde karşımda soğuktan korunmak için kafasını gözünü sımsıkı sarmış arkadaşımı gördüm. Şaşırdım tabii, içeri girmeyeceğini söyledi ve bana "Hemen TRT FM i aç Sanem "dedi. Karanlıkta karlara bata çıka hızla benden bir kaç ev uzaklıktaki evine doğru giderken kapıyı kapatıp radyoyu açtığımı hatırlıyorum.
Ne kolay yaşıyoruz şimdiki zamanlarda.
Elimizin altında cep telefonları ve bir kaç tuşun ardından konuşmayı istediğimiz sesle birlikteyiz. Çok uzun seneler geçmemesine rağmen ailelerimizle konuşabilmek için PTT gidip saatlerce beklediğimiz zamanlar hiç yaşanmamış gibi...
Hemen radyoyu açtım.
O tüm notalarını ezbere bildiğim eser yankılanıverdi kerpiç evimde.
Ta Venedikte 1671 yılında dünyaya gelmiş bir adamın ezgileri yankılanıyordu Van'da.
İşte tam o anda, sabahları henüz okuluna gitmeden, eve geldiğinde başka sorunlarla karılaşmamak için eline alıp çıktığın mecrefe ile dam da kar temizlemenin, yüzünü yıkayabilmek için bahçede bir kaba doldurduğun kar sularını ısıtarak bahçedeki musluğun donmuş bölgelerine döktüğün sıcak suyun, araya mesafelerin girmesi sebebiyle tamamiyle sana farklı bir dünyada özlemlerinin hayatına getirdiği zorluklar uçup gitmişti bir anda
Bir gece senin için sıcak odasından kalkıp kapını çalan sevgili arkadaşının sana sunduğu sevgiden daha güzel bir şey varmıdır? İşte Albinoni bana bunları yaşatan ve duyumsatan bir adamdır.
Etiketler:
-Albinoni 'Adagio',
düzyazılar,
müzik video,
Tomaso Albinoni
15 Temmuz 2013 Pazartesi
Tatil Ne Güzel
Tatil harika bir şey...
Hele oldukça yoğun geçen günlerin ardından kendini sıfırlamak adına alışagelmiş tatil alışkanlıklarının çok ötesinde bir şeyler yapabilmek ayrı bir güzel. Evet şehire yakın, ama aynı zamanda şehirden uzak, orman içinde bir yerde kuş sesleriyle uyanmak pekte alışık olmadığımız bir durum olması sebebiyle bana inanılmaz keyifli geldi. Sesa Şile evleri işte tam da böyle cennetten bir köşe.
Ben yolculukların uzunluk ya da kısalıklarına bakmaksızın hayatımızda önemli bir yer tuttuğuna inananlardanım. Her yolculuk biraz değiştirir insanı.Kendi alışkanlıklarımızın dışına çıktığımız anda flu olan her şeyin bana göre netleştiği alanlardır yolculuklar. Hiç alışık olmadığımız başka bir yerde, hiç tanımadığımız yeni insanlar hayatımızı sorgulamamızda en önemli etkenlerden biridir.Yolculuklarımızda kendimizi ve alışkanlıklarımızı yanımızda taşımadığımız ölçüde önümüze açılan yeni pencereden dışarıya bakabilirsek alıştığımızın seslerin dışındaki sesler kendimize verebileceğimiz en güzel ödüldür.
Çok sevdiğim şair Edip Cansever bir yolculuğa çıkarken ; "Neler Almalıyım Yanıma" diye sormuş dizelerinde;
" şiir için: yılgı, sessizlik, yavaşlatılmış uyum
acı için: bir kandil, bir tütün kesesi, bir iskemle kırık- çocuklar kapı önlerinde otursunlar, oynasınlar yada-
düş için: kendini denizde sanan o bunak kaptan- gerekli çok-
şarkı için: kalmadı üstümde tek dize- ama- o dizelerin sesi var,
ilk ağızdan çıktıkları günkü gibi, pespembe renkleriyle-
zaman için: yer değiştiren gölge- yeterli-
mevsimler için: portakal, böğürtlen, ayçiçeği
aşk için: unutkanlık ya da
dikkatle kullanılan ve değiştirilebilen bir kaç anı
öfke için: marks, lenin, vb.
okumak için: dostoyevski, marquez, sait faik- başkaca kim olabilir düşünmeli-
şiirse, elbet
akdeniz şairleri.
keser, çivi, kerpeten
çanak çömlek
gerekli hepsi
bir kayık kıyıda
akşam serinliği, ürperti
ve sazlıkların orada
orada sazlıkların
bir sabah erken
güneş doğmadan daha
birden bire ikimiz
kötüler gibi bir şiiri
arar gibi kendimizde belli belirsiz."
Demiş. Nasıl da güzel anlatmış kendisini, hayallerini, umutlarını, umutsuzluklarını.....
ve sonra eklemiş;
“sahi
neler almalıyım yanıma
bir kapı açıldığında hemen
söylenen ilk sözler gibi
önceden pek düşünülmemiş
-düşlerde yaşayan belki- birkaç eşya.
demin yanımdan
ufacık bir kertenkele geçti
ve yitti birdenbire
gözlerimdeki kırmızı taşlar arasında
çocuğum kopar o gülü
geri ver ona sonra
güle
geri ver, geri ver!
ah düşsel yolculuk
bir sürü yolculuktan kalma.
güle sor sen en iyisi
dilini kanatmadan...
Benim yolculuğumda, benimle saklambaç oynayan bir güneş vardı. Bulutların arasından zaman zaman kendini gösterse bile ha yağdı ha yağacak şeklindeki gri bulutların arasından göz kırparken, gözünü kırpmadan bulutların şekillerini incelemek ve onları herhangi bir nesneye benzetmenin çocukluğumdan kalma oyunu.
Ne kadar çok unutmuşuz kendimizi.
Yemyeşil ağaçların arasından ıslık çalan rüzgar kendi melodisini fısıldarken en güzel müzik şölenini sunuyordu. Muhteşem bir orkestraydı doğa. Farklı seslerde şakıyan kuşların cıvıltılarının doğayla inanılmaz uyumunda ortaya çıkan armoni hiç bir bestecinin başaramayacağı bir yalınlıktaydı.
Bugün Pazar şiiri vardır ya Nazım ustanın;
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım..
İşte tıpkı bu şiirde olduğu gibi hemen herşeyi ilk defa gören ve anlamlandırmaya çalışan bir çocuk mutluluğuyla "neler bırakmalıyım?" dedim kendime döndüğümde...
Yemyeşil ormanların arasına, kuşların fısıltılarına yüklerimi boşalttım.
Kocaman bir sessizlik, ne güzelmiş...
Etiketler:
-Edip Cansever,
-Şiir,
Nazım Hikmet,
Tatil Ne Güzel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)